30 Kasım 2009 Pazartesi

sıra philip glass'ta

Güz ve Kış dönemi muhteşem konserlerle devam ediyor.Sırada Philip Glass var.Usta yorumcunun solo piyano resitali 12.12.09 saat 20:00 de CRR de.Etkileyici,minimalist ve saygın müzik dehası Glass 2005 yılında Coetzee'nin Waiting for Barbarians kitabından uyarlanmış opera müziklerini,The Hours,YES,Cassandra's Dream ve The Illusionist filmlerinin müziklerini de kendisi yapmıştır.
Biletleri tükenmeden almakta fayda var.Ben çoktan aldım.Philip Glass müziklerini kendi internet sitesinden de dinleyebilirsiniz.

6 Kasım 2009 Cuma

LedBebek




Çinli tasarımcılar tasarruflu led ışığını kullanmada sınır tanımıyorlar.Artık kirpiklerimizde de ışık yakabiliyoruz ve gozbebeklerimizin hareketini algılayan bu teknolojiyle bakışlarımıza aydınlık geliyor.Bu ışığın gözbebeklerimiz üzerinde yaratacağı tahribat bence tartışılır olsa da bir gece sokakta boyle dolasmanın bir hayli ilginc olacagini dusunuyorum!

24 Ekim 2009 Cumartesi

orjinal ve keyifli tatiller

Gazete sayfalarındaki yurtdışı turları hep sıkıcı bir programı takip eder.Gün be gün neler yapılacağını,koyun gibi rehberin ardından gezilen turların açıklamalarını yapar dururlar.Haldur huldur koşturmacalı tur günlerinin ardından geriye kalan sey ancak binbir rica ile başkalarına cektirdiginiz acele fotograf kareleridir.
Oysa şimdi alternatif tatiller için deneyebileceğimiz bir başka seçenek var.Müzik festivalerine,kültürel ve gurme gezilerine katılabiliyoruz.Nasıl mı?DOBREAK ile.Mesela 28 ekim-1 kasım arasında amsterdamda yapılan Halloween partisine veya 27-30 kasımda Düsseldolftaki Christmas Market Break'e gidebiliriz.Her yıl Şubat ayında 4 gecelik Venedik karnavalı da bir baska secenek.
Turlu gezileri sevmeyen alternatifçi şahsiyetlere duyrulur!

18 Ekim 2009 Pazar



Bu sonbahar nereye baksam harika konserler görüyorum.Dün Milliyet gazetesini okurken, Çok değerli arpist Şirin Pancaroğlu ve triosunun bir konseri olduğunu görünce yine çok heyecanlandım ve hemen konser biletlerini aldım.

Bu performansta; Takemitsu,Debussy,Brumby,Kim,Astor Piazolla ve Gardel'in eserleri yorumlanacakmış.Bence Türkiye'deki en iyi Debussy yorumcusu Şirin Pancaroğlu'dur.

Evet,konserimiz 19 Ekim Pazartesi saat 20:00'da Süreyya Operasında. Yenilendikten sonra Süreyya Operasına ilk gidişim olacak ve bu açılışı muhtesem arp yorumlarıyla Şirin Pancaroğlu için yapıyor olmak ayrıca bir keyif!

Keşke bu sonbahar David Darling,Trilok Gurtu ve Jan Garbarek konserleri olsa da buradan sizlerle paylaşsam!

Mutlu Pazarlar!

17 Ekim 2009 Cumartesi

Rypdal ve Muusen'e saygı!



Heyecanla beklediğim konsere sonunda gittik.Aya İrini'nin muhtesem atmosferine tezat olan rahatsız koltuklarına oturduk ve beklemeye basladık.Bu arada daha gitmeden ufak çapta bir hayal kırıklığı yaşadım çünkü Ketil Bjornstad sağlık sorunları nedeniyle konsere katılamayacaktı.Bjornstad'ın yerine sahnede Terje Rypdal'a Morten Huusen piyanoda eşlik etti.Morten Huusen'i ilk defa dinledim bence gayet başarılıydı ama Bjornstad olsaydı konser daha Cazz'gır geçecekti.Huusen ile Rypdal bize psychedelic jazz dinlemenin ayrıcalığını yaşattılar.

Benim asıl derdim seyirciyle.İlk parçadan sonra yanan ışıkları fırsat bilip konseri terk eden yaklaşık 40 seyirci oldu.Bunlar Akbank yada herhangi bir sponsor tarafından bedava bilet verilen ve performansı "açıcı!!!" bulmayan şahsiyetlerdir diye düşündük.Daha sonra her parça bitiminde yanan ışıkta sürüyle insan konseri terk etti,bizim muzige kendini kaptırmıs kapalı gozlerimizi saygısızca açmamıza sebep oldular.

Benim anlayamadığım şeyler şunlardır:

1.Bir insan neden konsere gider?Sevdiği sanatçıyı izlemek ve canlı performansına tanık olmak için.

2.Normalde bir insan bilmediği birinin konserine gidecekse ne yapar?Konsere gitmeden once müziklerini edinir ve dinler.

3.Müziklerini dinlemeye vakti ve fırsatı olmadıysa?Oturur ve saygıyla dinler,en azından sahnede aralıksız performansla çalan ustalara saygıdan arkasını dönüp kıkır kıkır gülerek gitmez...

4.Çok sıkıldı çıkması gerek,ne yapmalı?En azından gürültü çıkarmamalı,çenesini kapayıp "bu ne lan caz mı bu ne alaka ki?"gibi lümpen ve subjektif yorumlarla etkinlikten keyif alan bizim gibi insanları çileden çıkarmamalı.

Evet,bir konserde böyle geçti.Bizce alışılmışın dışında ve çok etkileyici bir konserdi.Gözlerimizi kapatıp tekrar açmaya kıyamadık ve her an sanki Shine on you crazy diamond'u mu çalacaklar gibi heyecan yaşadık.Notalar o kadar esrik ve bir o kadar da bütünleştiriciydi....

3 Ekim 2009 Cumartesi

caz alarm!



Akbank Caz Festivali başlıyor bunu duymayan kalmadı artık sanırım.Ve beni inanılmaz heyecanlandıran bir ikili var. 16 Ekim Cuma günü Aya İrini'de saat 20:30'da Terje Rypdal ve Ketil Bjornstad sahne alacak. Bir taşla iki kuş diye buna denir.

13 Eylül 2009 Pazar

hem müziğimi dinlerim hem yüzerim


Eğer spor yaparken müzik dinlemesseniz verim alamıyorsanız ve sırf müzik dinleyemediğiniz için yüzmeyi sevmiyorsanız

http://www.h2oaudio.com/ adresini tıklayın.

28 Ağustos 2009 Cuma

J.Krishnamurti



Büyük Hintli düşünür bütün dünyayı dolaşarak,evrensel mesajlar dağıtarak geçen ömrünün sonlarına doğru onu dinleyenlere şunu der:

"Sırrımı bilmek istiyor musunuz?"

Herkes nefes kesilir,

"İşte sırrım...Ne olduğuna aldırmıyorum"

Bunun mesajı nedir?

Olayı yargılamayı reddetmek,etiketlemek yerine kabul etmek ve yüksek düzenle bilinçli uyum haline girmek,şimdiki anla bütünleşmenin burada başladığını görmek zor olmamalı.

Zihninizde hava boşlukları yaratın;eleştirmeden,kırmadan üzmeden veya kızmadan...Yaşamın zekası o boşluğu en güzel haliyle dolduracaktır.

17 Ağustos 2009 Pazartesi

Choke



Dün akşam seansında Chuck'un Choke'unu izledim.

İster istemez fight club sever olarak Choke'tan hayli beklentiliydim.Tyler Durden gibi fantastik bir kahraman bekliyordum.Fakat Choke taki Victor bildiğimiz bir anti kahraman.

Tıkanma'yı okumamış olmam hayır mıdır şermidir bilinmez ama cHOKE bana düşük bütçeli,az çözünürlü ve bohem olsun diye şişirilmiş bağımsız bir filmin tadını bile vermedi.

Kara komedi olmuş diyeceğim ama o bile olamamış.İsanın klonu olduğu varsayılan alzeimer hastası annesine-annesi olduğunu düşündüğü kişiye- bakan seks bağımlısı ve restorantlarda boğularak kendine kahraman arayan bir anti kahraman Victor.

Bu donelerle ve Palakniuk imzasıyla bence bir başyapıt yaratılabilirdi ama "Choke" benim için annemle -uzun bir zamandan sonra- sinemaya gitmeye karar vermişken,yanlış seçim yaparak hayalkırıklığı yaratan bir film olarak kaldı.

9 Ağustos 2009 Pazar

Gecikme için özür


Efsaneye tanık oldum.
Muhteşemdi.Kusursuzdu.Dakikti.Saygılıydı.Samimiydi.An'da kayboluyordu.Yumuşacık bir İstanbul rüzgarı vardı aramızda sadece.4 kez bis yaptı ceylan gibi sekerek.Ustalığını bütün güzelliğiyle gösterdi ve gitti...
Bu fotografı ben çektim.Nasıl mı?Çünkü en öndeydim...Ön sıralarda demiyorum.EN ÖN.
Kallavi para ödemiş diyenler var şimdi.
sadece 20 ytl otopark valesi parası ödedim.
Nasıl mı?
İsteyin,evrene sipariş verin ve olsun diyorum:))

31 Temmuz 2009 Cuma

Cohencholic



COHEN dinlemek için yaratabilceğim binlerce sebebim var,

COHEN dinlerken mutlu olmak için binlerce sebebim var,

COHEN konserine gitmek için binlerce sebebim var...


Who by fire :ilk mp3 çalarların çıktığı dönem,mavi yuvarlak bir mp3 çalar.Kışa giriş.Otobüs beklerken elimden uçan Leman.Who by fire diyor Cohen,gülümsüyorum.


So long marianne: yaz olmuş.Doris Lessing okuyorum.Kız kulesinin karşısında çay içiyorum.So long marianne diyor Cohen,gözlerimi kapatıyorum.


Famous Blue Raincoat: Elimde dev English Literature antolojileri,okula gidiyorum,dostumdan aldıgım mektup vapurdayken ıslanıyor.Aklımda James Joyce,Virginia Woolf ve Simone de Beauvoir...Your Famous Blue Raincoat was torn at the shoulder diyor Cohen,neden şu an üzerimde kırmızı palto giyiyorum diye düşünüp üzülüyorum...


Suzanne:

That youve always been her lover

And you want to travel with her

And you want to travel blind

And you know that she will trust you

For youve touched her perfect body with your mind.


Suzanne olup dünyayı dolaşmak,Çinden gelen portakal ve çayla dostlarımı evimde ağırlamak istiyorum.Suzanne diyor Cohen,beni çağırıyor gibi düşünüyorum...


Love Calls you by your name: Issız bir koydayız dostumla,mavi dalga sesi,çakıl hışırtıları,kaktüsler,horozlar ve vahşi bir doğanın içinde...Şunu bir dinle burada İstanbul mu diyor?diye soruyor.Hayır "you stumble" diyor diyorum.Sonra hayat seçilmiş tesadüfler değilmiydi ki diye düşünüyorum. Love Calls you By your name diyor Cohen,ikimiz de kulak kabartıyoruz...


Sevgili Cohen...Seni göreceğim...


22 Temmuz 2009 Çarşamba

AVOKADO MU??


Evet bugun bana biri bu soruyu sorarsa "AYYY Hayırrr çookk mersiiii"diyeceğim.Geçenlerde İbrahim Saraçoğlu'nun kürlerine bakıyordum.Kansızlıkla ilgili olan kürü görünce atladım.

Avokadonuzu soyun

üstüne limon sıkıp ezin

ekmeğin üstüne sürüp yiyin.

bu kürü haftada 3 defa olmak üzere 1 ay boyunca tekrarlayın.

Eh iyiymiş dedim,avokado bu sonuçta meyvadır,yenebilir,salatası da fajitayla filan güzel oluyordu diye aldım bende avokadoları.Sabah denedim.ööaöaaaaaaağğğrrrkkk!aman Tanrım.

Yok ben almayayım gerçekten.Ferrum filan için ağzımda demir yalamış tadıyla dolanmaya razıyım.Denemek isteyenler buyursunlar hemen,sırada bekleme yapmasınlar!

27 Haziran 2009 Cumartesi

paketlenip gidesim var!


Oysa şimdi Moda'da bankların üstünde bir şişe şarap içmek,limonlu bahçede yayılmak,Galata'da fotoğraf çekmek,sakızlı dondurma yemek,arabada püfür püfür eserken Pink Floyd dinlemek,Alkazarda bir sinemaya gitmek,ya da sadece evde yayılıp fast food sipariş verip izlediğimiz bir filmi tekrar izlemek vardı...

Bütün bu güzel şeyleri özlerken önümdeki kocaman kiraz tabağı sırf çekirdek olmuş!



Playerda Björk çalıyor."Possibly Maybe" bu 4.çalışı.


"As much as I definitely enjoy solitude


I wouldn't mind perhaps


Spending little time with you


SometimesSometimesPossibly maybe probably love


Possibly maybe probably love"


Dışarıda kuşlar çıldırmış gibi cıvıldıyor.Elime fotoğraf makinasını alıp sokaklarda fotograf cekme istegimi baltalayan "köprü trafiği kabusu"beni bordo deri koltuguma zamklamış durumda.Starbucksa gidip bir kahve içme isteğim ise sabit uyuşukluğum vesilesiyle şu anda "not available"


Paketlenip gidesim var taaaaaa St. Tropez'e....




22 Haziran 2009 Pazartesi

sHibuMi



Evet.Sevgili dostum Zombi'nin ısrarları üzerine okumaya başladığım ve bitirmeye kıyamadığım "Şibumi" bitti.İlk önce Şibumi ne demek bir bilelim.


"şibumi, sıradan, olağan görünümlerin altında yatan gizli üstünlükleri anlatır.O kadar doğru bir söz ki, cesaretle söylenmesine gerek yok. O kadar dokunaklı bir olay ki, güzel olmasına gerek yok. O kadar gerçek ki, sahici olmasına gerek yok. Şibumi demek, bilgiden çok anlayış demek. İfade dolu bir sessizlik demek. Kendini kanıtlama gereği duymayan bir alçak gönüllük demek. Sanatta şibumi zarif bir basitliği ifade eder. Buna sabi denir. Felsefedeyse kendini wabi olarak gösterir. Büyük bir ruhsal rahatlıktır ama pasiflik değildir. Bir insanın kişiliğindeyse... nasıl söylemeli... Hakimiyet peşinde olmayan otorite mi? Onun gibi bir şey."


Uzakdoğu felsefelerine ve saygıyla örtülü gelenekselliğine duyduğum yoğun ilgiden midir bilinmez ama ben Şibumi'yi okurken gerçekten çok iyi vakit geçirdim.Kahramanımız Nicholai Hel yarı Rus yarı Alman asıllı fakat Japon ruhu taşıyan Amerikan düşmanı bir insan."GO"oyununu şaşılacak derecede iyi oynayan,yakın algılama yeteneği sayesinde yanına yaklaşan canlıları görmeden titreşimlerini ve alfa dalgalarını algılayabilen,Baskça dahil 7 dili konuşan ve yaşına göre oldukça genç görünen bir savaşçı,filozof ve aynı zamanda katil. Nicholai Hel,küçük japon bahçesinde ve hayatında "Şibumi"yi aramaktadır.Bir çok kanlı olaya katıldıktan sonra Etchebar şatosunda inzivaya çekilmişken zalim bir dövüşe katılmak zorunda kalır.

21 Haziran 2009 Pazar

bağımsız ve naif EAGLE VS.SHARK



Bağımsız filmler genelde güzeldir,neden mi?naiftirler,renklidirler,yereldirler ve genelde iyi müzikleri olur.

Eagle vs. Shark'ı beklentisiz izledim,akışına bıraktım,akışa bırakınca güzel diyaloglara çok gülünüyor ya da akılda kalıyor.Özetle iki looser birbirine kavuşunca neler olur onu izliyoruz.

-i am a looser

-it doesnt matter.
ve
-she is an orphan,just like Oliver Twist

diyalogları bile çok naif geciyor.Aslında Lily karakteri sevgiye ve iyi niyete dair çok şey vurguluyor.Bir de çocukların ebeveynlerinin sevgisini kazanmak için bazen ne kadar da patetik ugraslara girdiğine tanık oluyoruz.Bu da kalbi şöööyle bir buruyor.

20 Haziran 2009 Cumartesi

what is chaos illusion?


chaos illusion appears when:


-faces smile darkly,


-people publish their lies with big pink fake fonts,


-inner peace is done,


-the shadows of small people get bigger,


-you wear the "Mask" of your crappy reality,


and still believe that it is a real "you"

18 Haziran 2009 Perşembe

EcoSphere istiyorum çok mu şey istiyorum?


Geçen gün D&R da gördüm ilk defa EcoSphere'i...Üzerinde ne olduğu yazmıyor,kapalı cam bir fanusun içinde mikro organizmalar,yosunlar ve lepistes gibi incecik turuncu balığımsı canlılar.Hemen bir yere not aldım nedir bu EcoSphere diye ve şimdi size araştırma sonuçlarını iletiyorum.

EcoSphere Nasa bilimadamları tarafında geliştirilen bir ekosistem ürünü.İçinde deniz yosunu ve filtrlenmiş su ,yeşil dallar ve çakıltaşı var.İçindeki o balığımsı şeyler karidesmiş ve bu yeşil dallar karidesleri suyun içindeki mikro organizmalardan koruyormuş.15-30 derece sıcaklıktaki güneş ışığı veya floresan ışığı bakımı için yeterliymiş.Hatta elimizde çok tutmamak lazımmış,ee malum beden ısısı 36 derece hassas ekosistemimizi bozabilir.Bu güzide karides yuvamızı sallamadan hırpalamadan muhafaza etmeliymişiz.Temizlemek içinden çıkan mıknatısları fanusa yapıştırmalıymışız.Bence muhteşem bir teknoloji.En ucuzu 199 ytl.Belki zamanla fiyatlar düşer.

İlgileniyorsanız sitesine bir göz atın.Ben çok beğendim!


23 Mayıs 2009 Cumartesi

wristcutters a love story

İntihar eden şahıslar "intihar kasabasına" paraşütlerle iniyor ve hepsi birbirine hapishane diyaloglarıyla konuşuyor sen buraya nasıl düştün hesabı:)
"how did you off yourself?"
Filmin adı "wristcutters" yerine "suicide town"filan olsaymış dedim çünkü bilumum intihar şekilleri görüyoruz. Mesela Sylvia Plath vari bir kafayı fırına sokma durumu yada elektro gitarının üstüne sahnedeyken bira döküp yüksek voltajdan göçme hali var. Bar sahnesinde joy division "love will tear us apart" çalarken Donnie Darko'dan sonra ilk kez bir filmde bu müziği duyduğumu fark ettim.
Tom waits var.Miracle camp'ın sahibi.-ben öyle diyorum-Otobanın ortasında köpeğini ararken uyuyakalır filan.Bilge ve kaçık havası var.
Müzikler şirin.Eugene karakteri oldukça eğlenceli.Eugene'in içinde karadelik olan bir arabası var yere düşen şeyler karadelikte kayboluyor.Bu en hoş kısmıydı.
Aşk ta var.5 dakika sonra döneceğim deyip dönmeyen kadınlar da var.
Tom waits güzel bir şey diyor mucizeler için:
"İt only happens if it doesnt matter
Comes without effort"
Belki moralim bozuk olmasaydı daha keyifli izleyebilirdim ama şimdilik 10 üzerinden 7.

20 Mayıs 2009 Çarşamba

mirrormask

Neden bu kadar gecikmişim bu filmi izlemek için?İzlerken sık sık aklımdan geçti bu düşünce.Neil Gaiman sevip te bu filmi izlemekte bunca gecikmiş olmaktan hafifçe utandım doğrusu.
Film bir düş.Düşlerde bile ulaşamayacağımız bir düş belki de.Ortaya çıkan bu hayal görselliğini izlerken hayal gücünüzü küçümseyebilirsiniz. Hatta dar bir bütçeyle yapılmış olduğunu duyunca daha da bir saygıyla şapka çıkartabiliriz. Neil Gaiman senrayoyu yazıp Dave McKean'ın eline vermiş veee...Dehamız ustalıkla işlemiş ve muhteşem bir düş panosu haline getirmiş.Şu ana dek hep görselliğini övdüm ama film sadece görselikle bitmiyor.Sinopsisi de olduça güzel.Hani benim gibi ruhu bir türlü olgunlaşmayan insanları kıskandıracak cinsten.
Helena'nın annesi ve babası bir sirk sahibidir.Helena hokkabazlar,palyaçolar,pandomimciler ve cambazlarla dolu yaşamından sıkılmıştır.Bir gün annesi ile tartışır ve anne olayın akabinde hastalanıp hastaneye yatırılır.Bu duruma çok üzülüp kendini suçlamaya başlayan Helena bir düş alemine dalar ve burada mirrormask'ı bulmak için karanlık güçlerle mücadele eder.Aslında düşündeki herşey kendinin bir parçasıdır.Sonunda ise bu düşten uyanır ve mutlu sona kavuşur.
Fakat bu düş ona yaşama dair çok şey öğretir.
Film etiketlenecek olursa Oz büyücüsü,Björk,Alice harikalar diyarında,Salvador Dali ve Tim Burton etiketlerini almalı bence:))

19 Mayıs 2009 Salı

kozmik haydutlar-cosmic banditos-

Kuantum fiziği,atomaltı parçacıkları,zaman yolculuğu,paralel dünyalar,uzay-zaman,karadelikler ve bilimum kozmik ışınlara çok meraklı olup yetersiz fizik bilgisine sahip insanlara bir önerim var.

"Kozmik Haydutlar"


Yeraltı edebiyatını da sevmeniz gerek bu kitap için.Zira uyuşturucu kaçakçıları,kaçık tipler ve bol kaos var kitapta.Bir o kadar da keyifli.Keh keh keh diye güldüren bir keyif ama.


Özetle bir uyuşturucu kaçakçısı bir profesörün evini gasp eder ve profesörün kuantum fiziği ile alakalı kitaplarını okumaya başlar.Bir yandan CIA bir yandan FBI başına musallat olmuşken kuantum fiziğini kendi ve çevresindeki kaçık dostlarına aşılamaya başlar.Fakat kitap boş boş aksiyonla dolu değil.Aralarda fizik kitaplarından alıntılar okuyoruz ve yazar bu alıntıları banditoların-haydutların-yaşamı ile çok başarılı bir şekilde paralelleştiriyor.Yazar A.C.WEISBECKER.


ps:Kendisi hakkında fazla bir şey bilinmesini istemeyen bir yazar.Özellikle çift delik deneyinden bahsederken "entellektüel agorafobisi"olanlar burayı atlasın diyor:))


2008 yazıma damga vurmuştu bu kitap.Hatta yaz güneşinin altında zevkle içilecek bir kokteyle dönüşmüştü:))

davidoff coffee arayan ve bulamayanlara



sevdiğim nadir kahvelerden olan davidoff malesef eskisi gibi macroda yada tansaşta filan satılmıyor.İstanbul'da aramak lazım.Geçtiğimiz şubat ayında tanıdık tanımadık herkes seferber olmuştu davidoff coffee arayışıma...

şimdi bulduğum 2 yeri bildiriyorum:

1.Etiler Nispetiye caddesindeki büyük şarküteri(Pelit pastanesinin sırasında ışıkların oradaki)

2.Nişantaşı şütte.

Afiyetle.

16 Mayıs 2009 Cumartesi

la cite des enfants perdus-Kayıp çocuklar Şehri-

Kendimizi anlatmak için kullandığımız sıfatların,kişilerin,kitapların ve filmlerin çok önemi vardır.Ben sevilen film ve kitapların insanı tanımak için çok önemli basamaklar olduğunu düşünmüşümdür hep.Canım istedikçe sevdiğim filmleri ve kitapları yazacağımı söylemiştim.Şimdi Kayıp Çocuklar Şehri'nden bahsetmek istiyorum.
Kayıp Çocuklar Şehri-nedense kenti demek daha çok hoşuma gidiyor-Jean Pierre Jeunet ve Marc Caro'nun ortak yapımı.İki yaşlı çocuğun düşlerinden ve hayal gücünden dirilen bir senaryo.Ruhumdaki büyümeyen çocuğa adanmış gotik,sürreal ve fantastik bir filmdir bu.Yeşiller kırmızılar ön planda yine.

Bir çok insan gibi Jeunet'i Amelie yi izledikten sonra keşfettim.Sonra diğerleri geldi tabi,Delicatessen(Şarküteri),A very Long Engagement,Alien Resurrection,Foutaises,Pas de repos pour Billy Brakko,Le bunker de la dernière rafale,Le Manage ve L'evasion.Bunların hepsi birer şaheser bence.Kayıp çocuklar kenti ise biraz daha özel sanırım.Fransız sinemasında her zaman sevdiğim en önemli şey dokunulmamış detayların ortaya çıkarılışı ve işlenişidir.Bunu Jeunet çok güzel bir kıvamda yapıyor.Ruh panayırımı besliyor adeta.Sürreal dokunuşlar yapıp gotik bir esinti bırakıyor.
Bu kadar konuştuktan sonra spoiler vermem gerekiyor sanırım.Ya da ben sadece detay vereyim siz izlemediyseniz izleyip bu detayları bulup bir bir şaşırın.
-Kostüm tasarımı Gaultier'e ait.

-Rüya görmeyen ve çocukların rüyalarını çalmaya çalışan ucube.

-Suyun içinde yaşayan bilge beyin.

-Tek bedenli çift başlı siyam ikizleri.

-Kırmızı ve yeşil.

-Müzikler çocukluğumuzu anımsatan müzik kutularından çıkıyor gibi. Angelo Badalementi yapmış.

-Leon'daki gibi masum bir aşk.


14 Mayıs 2009 Perşembe

Yine sonsuzluk ve bir gün...


-Yarın ne kadar sürer Alexander?
-Sonsuzluk ve bir gün kadar...
Theo Angelopoulos'un her izlediğimde beni mutlu eden, Eleni Karaindrou'nun müziklerine doyduğum filmi "ETERNITY AND A DAY"i bir kez daha izledim.Sanki her karesi bir fotoğraf. Ashes and the Snow gibi.1998 yapımı ve hala hatrı sayılır bir karizması var bu filmin.



Küçük Arnavut mülteci ile yaşlı ve ölmek üzere olan yazarın diyalogları çok vurucu.Çocuğun başkalarını dinleyerek sözcük çalması ve bunu para karşılığı yazara satması da çok hoş bir detay.
Angelopoulos filmlerinde sıkça görülen sarı yağmurluklu adamlar da filme kendinizi kaptırdığınız bir anda ortaya çıkıp bir Angelopoulos filmi izlediğinizi hatırlatıyor adeta.
Bir yalnızlık ve ait olmayış filmi.Filmdeki ana karakterler hiç bir yere ait değilller ama içlerinde hep bir ait olma özlemi taşıyorlar.Eleni Karaindrou bir taşı bile eritecek güzellikte müzikler yapınca da film izlenesi filmler listemden "izleyip beğenip tekrar izlediklerimin"listesine hakkıyla giriyor.

7 Mayıs 2009 Perşembe

uzaylı zekiye


Fantastik kahramanlar köşemde Barbaros Hayrettin'den sonra bugün Uzaylı zekiye var:
Bu, 90ların başında çok sevdiğim bir tv dizisiydi.Dizinin ismi gibi, kendisi de pek komik insandı zekiye.Cin bakışlı,iki yandan örgülü saçları ciiuvvv ciuuvv yapan efektleri vardı.

zekiye genel olarak dizide güneş patlamalarından etkilenir ve mahallelinin "evde kalmış kız" yakıştırmalarına aldırmadan keyfine göre takılır.Saçlarına bigudi yerine ince belli çay bardağı saracak kadar da yaratıcı birisidir:)

absürd ve 80 kuşağı çocuklarının clementine ile başlayan kabusunun masumane bir devamı niteliğindedir benim için.

çiğ tavuğun ütü masasında ütülenmesi ,kabuklu yumurtayla yapılan kek,gözleri kırmızı ateş saçan ve muhtemelen küçük kardeşlerin korkulu rüyası fantastik insan uzaylı zekiye TRT nin 80 kuşağının üzerindeki travmatik ve absürd etkisinin muhteşem bir örneğidir.

Ne yalan söyleyeyim bir gün televizyonda görsem yine durup izlerim...

3 Mayıs 2009 Pazar

yeni takıntım


magnumun mayan mystica'sı!mayalar ve mistizmin birleşimi.hem ilgi alanlarıma hem de damak zevkime nasıl bu kadar hitab ediyor inanamadım!içinde yok yok!sütlü çikolata, karamel parçaları, tarçın ve bal!

Kakao, Maya tarım ve dininin temel unsurlarından biriydi. Kakao, Maya toplumunda bir alışveriş birimi olarak vazgeçilmez bir rol oynadı. Maya ve daha sonra Aztek uygarlıklarında, `nocacau` (benim param) ve `mocacau` (senin paran) gibi bileşik kelimelerde de kullanıldı. Hatta vergiler kakao çekirdekleriyle ödendi. Mayalar için çikolata öyle değerliydi ki, ona `sıvı altın` diyor ve çikolatayı tapınmaya değer buluyorlardı.
Aztekler, bilgeliğin ve gücün kakao ağacından yenilen meyvelerden geldiğine inanırlardı. Kakao, besleyici, güçlendirici ve afrodizyak özelliklerine sahipti. Aztek İmparatoru Montezuma, kırmızı renkli koyu çikolata içerdi. Magnum Çikolata`nın Mayan Mystica çeşidinde yeniden hayat bulan ballı ve tarçınlı çikolatayı, günde 50 kadeh içecek kadar çok sever ve onu, bir kez kullanıldıktan sonra atılan altın kadehlerde içerdi.(http://www.tumgazeteler.com/?a=4439596)

ben de bu güzel çikolatayı fırsat buldukça yiyor ve fotoğraflıyorum:))

2 Mayıs 2009 Cumartesi

anouar brahem ve john surman'lı sabah


Anouar Brahem'in 2009 sonbaharında yeni albümü çıkıyormuş.Pek bir sevindim!Anouar Brahem'i bilmeyenler için tek cümle ile özetlemeye çalışacağım."Brahemle kendinizden geçmiyorsanız müzik dinlemeyin"-pek bir iddialı oldu ama:)-Kendisi Tunuslu bir ud üstadıdır ve caz yapar.Vakti zamanında Cezmi Ersöz'ün bir şiir kaseti geçmişti elime.Şiirleri dinlememi engelleyen bir şey vardı.Arka fonda çalan esrik müzik.İşte o Anouar Brahem'di,nam-ı diğer Enver İbrahim.İlhamını nereden aldığı sorulduğunda "... bir yandan göğe yükselir ve daha fazla yer kaplarken, diğer yandan gelişmeye ve köklerini toprağın derinliklerine gömmeye çalışan bir ağaçtan... ” der.Thimar albümünde ise üflemeli çalgıların kralı John surman var.Bu albüm Almanya’da Preises der Deutshen Shallplattenkritik Ödülü’nü kazandı ayrıca İngiliz dergisi Jazz Wise tarafından da Yılın En İyi Caz Albümü seçildi.John surman benim için gelmiş geçmiş en romantik saksafoncudur."portrait of a romantic"i dinleyin dinletin...Güne Thimar'la başladım.Bir elimde de şeftalili çay.

dip not: Anouar Brahem Jan Garbarek'le birarada olunca da sufle üstü dondurma kıvamı oluyor.Benden söylemesi:))

1 Mayıs 2009 Cuma

galatamoda festivali bu sene akaretlerde



geçen yıl galatada 1.si yapılan moda festivalinin ikincisi Akaretler Sıraevler'de 6-10 Mayıs arasında olacak ve Türkiye’nin en önemli moda tasarımcılarından 31’i, özel hazırladıkları koleksiyonlarını tüm İstanbullular’a sunacak.

Bu arada bahar bir türlü gelemedi.Kuşe kağıtlara basılmış rengarenk moda dergilerine bakıyorum sonra bir de havaya bakıyorum sinirim bozuluyor.Tam alışveriş moduma giriyorum bir anda yağmur başlıyor.Ekonomik kriz dalgası meteoroloji ile de anlaştı sanırım.

Bu sene etrafta yine gladyatör sandaletler ve marine teması hakim.Bir de bir türlü sevemediğim boyfriend jacket modası geri geldi.oysa benim ruhumda hiç olmadığı kadar yumuşak bir sadeleşme va nedense.hiç girmediğim mağazalara girmeye başladım.ciyak ciyak bağıran rengarenk kıyafetlerimle oluşturduğum underground tarzıma neler oluyor?geçici bir dönem olsa gerek.Ben yine de Galatasaray'daki chic'e bir uğramalıyım.Japon street fashion meraklıları chic'i keşfetmediyse yazık olmuş.Her parçadan çok sınırlı sayıda oluyor.Mesela ayakkabılar her numaradan sadece 1 tane.Çılgın tasarımlar.Öyle ki giymeye kıyamıyorsunuz!eski fotografları karıştırdım ve en sevdigim ayakkabılarımı ilk aldığım zamanlarda çektiğim bir fotografı buldum.:))muhteşem değil mi???

eskilerden



sinirim bozulunca-yani biri bozmaya çalışınca-sıkı bir ilişkiye giriyorum kendimle.Çeşniler katılmış olunca eksilerime-talep,genişlik,güven,düzen-mutlu oluyorum aksine.

lakayıtlığı sevmem,ama anlayışı dar değilim "sınır"kelimesini kullanacak kadar.Yedek bir aldanış saklarım her ihtimale karşın,bu kadar da insan olalım ama değil mi?

kınamadan kabullenip,acımadan sevme vakti.

ütopyalarımı öp yeter bana.

19 Nisan 2009 Pazar

bay maganda bu yazı size


Baharla beraber ısınan magandalar sıvı tüketimini arttırdı bugunlerde.Bugün yolda giderken önümde bir maganda vardı beyaz ticari aracının içinde hayli sıcaklamış bir şekilde kana kana su içerken birden plastik şişeyi camdan sallayıverdi.Çok sinirlendim ve arkasından defalarca selektör yaptım.Bizim magandanın gururuna pek bir dokundu bu tepkim.Bir şişe daha açtı içti içti ve yine yola fırlattı.Keyiflenmişti,yanındaki kız arkadaşına sırıtıyordu.Arkasından kornaya basmaya devam ettim fakat ona yetmedi bu sefer de arabanın içinde birikmiş çöpleri dışarı atmaya başladı.Doymuyordu kirletmeye,varlığınla ve çöplerinle İstanbulu kirletmeye doymuyordu.

Senin ve senin gibilerle aynı şehirde yaşıyor olmak beni utandırıyor maganda şey!

Ayrıca yolda sana benden başka kimsenin tepki vermemesi de utandırıyor!

17 Nisan 2009 Cuma

faces look ugly when you are alone


doors ve my dying bride birarada dinleniyorsa,baharın tadı çıkmıyorsa ve zihni uçurmak için kilometrelerce koşu bandında koşuluyorsa Fransızların deyişiyle sen benden eksiksin demektir.

8 Nisan 2009 Çarşamba

barbaros hayrettin vardı bir zamanlar...

Kanımca,gelmiş geçmiş tek fantastik Türk müzisyeni olarak tarihe geçmesi gereken bir kişidir.
90larda birden bire ortaya çıkıp "Ben sizin babanızım" dedi.Rüya Ersavcı'nın "istemiyorum baba" şarkısını "zatturu zutturu" gibi kelimeler ve politik isimler kullanarak coverladı.Yetmedi
bunun haricinde,
"sevgilim sevgilim nasılsın,burnun kapıya kısılsın
çok güzel araban var amma
yolda tekeri patlasın
sevgilim sevgilim nasılsın
soğuk iç sesin kısılsın
köpüklü banyo yaparken birden sular kesilsin" diyerek beddualar etti.-şarkının en sounda bir laf kalabalıklığında sevgilim senin allah belanı versin derken en çok o gülüyordu. "Bende şarkı sölicem" dedi "lölölölölölö" diye gırtlak temizledi. Bunu başka kim yaptı?
Sonra bir anda ortadan kayboldu.Bir şarkısında "laaangııırtttt aghhh düştüüüüüm oynamıycamm durun durun" dedi.Biz durduk ama sen nerdesin Barbaros Hayrettin?

6 Nisan 2009 Pazartesi

bir bonsai nasıl ölür?


Çok güzeldi ilk geldiğinde...İlk önce ondan özür dilemek gerekirmiş,Bonsaisi olanlar bunu bilmeliler.İnsanoğlunun akla hayale gelmez zalimliklerinden birinin eseri bu ağaç.Özel yöntemlerle cüceleştirilip saksıya tıkıştırılan bir ağaç.Özürümü diledim,senin cüceleştirilmende inan ki suçum yok ama bundan böyle sana iyi bakacağım dedim,söz verdim.Arka arkaya fotoğraflarını çekerken adeta kendinden geçiyordu.Hırçındı,asiydi,dediğim dedikti.3 haftalık seyahatimden döndüğümde ölmüş sanmıştım,oysa sadece kapris yapıyordu.Onu annemin sulaması gücüne gitmişti.Biraz konuştuk ve aramızdaki buzları erittik.Çok kısa sürede toparlandı. Her gün konuştum,haftada iki defa yapraklarına su pıspısladım. Herşey gayet yolundaydı.Arada sırada kurur gibi yaptı ilgim azaldığında sonra hep bir şekilde kendimi ona affettirmiştim oysaki. Hatta ben bonsai bakabiliyorum diye egom tavan yapmıştı,bonsaisini öldüren bir arkadaşıma facebookta acımasızca "bonsai killer" nicki bile takmıştım...

oysa şimdi ne olduğunu anlamadığım bir şekilde ölüyor sevgili hırçın ağacım.Bu sefer ben de küstüm ona,konuşmuyorum.Odalarımızı da ayırdık,yapraklarını budadım ve onu balkona koydum. Hala suyunu veriyorum ama bu sefer galiba beni affetmeyecek.Eve gelirken onu balkonda görünce kafamı çeviriyorum ama içim içimi yiyor.

Bir bonsai böyle mi ölüyor...

Çok üzgünüm...


4 Nisan 2009 Cumartesi

C.R.A.Z.Y


Biraz gecikmeli olarak C.R.A.Z.Y 'i izledim.Hakkında yazmayı düşüneceğimi sanmıyordum ama bir anda kendimi 2 gün önce izlemiş olmama rağmen yine aynı filmi izlerken buldum.Kanada yapımı olan C.r.a.z.y renkli ve güzel bir film olmuş.Marc-André Grondin harika bir performans sergiliyor,eşcinsel kimliği Pink Floyd'un dark side of the moon albümü ve albüm kapağındaki gökkuşağının renkleriyle adeta bütünleştirilmiş.Michel Côté ise hippi ruhunu törpülemiş güçlü bireyler yetiştirmeye çalışan iyi bir baba rolünde.

Sıradan insanların sıradan olmayan yaşamları anlatılıyor bu filmde. Homoseksüellik,din,uyuşturucu,müzik,toplumsal değerler,örnek ebeveyn tabloları ile renkleniyor.Filmin sonunda spiritüel bir yolculuk var.Filmi izlemeyenler için daha fazla spoiler vermek istemiyorum.Son olarak şunu söylüyorum kardeşiyle küs olanlar bu filmi izlerken ruhani bir yıpranış yaşayabilirler.

22 Mart 2009 Pazar

Benzer temalı 2 film




Mevzu bahis yine uzakdogu sineması olunca izlediğim son iki filmdeki ortak bir tema dikkatimi çekti.


"Crying out love in the centre of the world" ve "The most distant course" filmlerindeki kaset ve walkmen teması,sevgililerin birbirlerine kaset doldurup iletişim kurmaları ve bol bol sony reklamı tesadüfün böylesi mi olur dedirtti.Hatta eski günlere dönüp walkmenimi ve kasetlerimi aradım.

15 Mart 2009 Pazar

cogito'nun dayanılmaz cekim alanı






2007 yazına ait bir cogito elimde.Melankoli.Cekim alanına giriyorum hemen okuyorum sayfaları.Melankoli ve satürnün tılsımlı uyumu içinde kendimden geçerken hemen Sopor Aeternus dinlemem gerekiyor.Ağlayan transeksüel vokaller,gotik uğultular ve karanlık bir sıcaklık.Ya "on satur(n)days we used to sleep" ya da "The sleeper"...The Sleeper...Gotik dahi Edgar Allan Poe'nun bu muhteşem şiiri nasıl da kulaklarıma doluyor,sarhoşluğun kendini bilmez rehaveti ile birer birer yumuşuyor içimde katılaşan her his.



Sopor Aeternus-Edgar Allan Poe ve Cogito "Melankoli" sayısı üçlüsünden eksiği olanlar üzülmeden harekete geçin.Bu soğuk istanbul ikindisinde,bütün saydıklarımın hepsine sahip güzel insanlar,kahveniz siyah ruhunuz bol gökkuşaklı olsun.



1 Mart 2009 Pazar

S.H


Many people would claim that the boundary conditions are not part of physics but belong to metaphysics or religion. They would claim that nature had complete freedom to start the universe off any way it wanted. That may be so, but it could also have made it evolve in a completely arbitrary and random manner. Yet all the evidence is that it evolves in a regular way according to certain laws. It would therefore seem reasonable to suppose that there are also laws governing the boundary conditions.

Zamanın kaydı

 Ağustos'ta yeniay, evinin arkasından doğarken eğer tanrılar sana gülümserlerse, eşinin badem ağacının altında, bir başkasının düşlerini...