30 Aralık 2010 Perşembe

PALOMA NEGRA-Frida İstanbul'da



20.yüzyılın en çarpıcı sanat figürleri olan Frida Kahlo'nun(güvercin) ve Diego Rivera'nin(fil) otoportre ve bazı çizimleri Rus bir tüccar ailenin tek oğlu olan Jacques Gelman ve eşi Natsaha Gelman'in koleksiyonunu ve sonra da Pera Müzesinin duvarlarını renklendiriyor.
2002 yılında Julie Taymor'un yönettiği "Frida" isimli filmden sonra Frida Kahlo hayranlığım gün be gün artmıştı.Kadınlığıyla,sanatıyla,özgünlüğünle ve özgür duruşu ile her zaman bu hayranlığı hak edecek bir kadındır benim için Frida Kahlo.Şimdi ise onun eserlerini yakından görmüş olmanın ve sergide yayınlanan biyografisini izlemenin ayrıcalığını hissediyorum.
Sergi mart ayına kadar pera muzesinde ziyaret edilebilir.



29 Aralık 2010 Çarşamba

ve sonunda...



Tam orada işte...Yıllardır beni hiç bırakmayan, sahibi olmadan özgürce sevdiğim, isim koyarak insanlaştırmadığım, özgür, turuncu göğüslü minik bülbül.Yazları çeker gider, bir kış gecesi aniden rüyama girer, sabah uyanırım bir bakarım ki orada yine beni bekliyor. Nerede yemeğim? diyor, serçelerden, kara tavuklardan ve kargalardan ölesiye korkuyor.Her sabah beni bekliyor. Yemeğini yiyor gidiyor.Bazen şaşırtıyor gün ortasında veya akşama doğru beliriyor etrafta,yemek için değil, buradayım demek için.İlk defa fotografını çekmeme izin verdi. Nazlı nazlı yemeğini yedi,benden kaçmadı,pozunu verdi ve gitti...

25 Aralık 2010 Cumartesi

kısa kısa telgraflar



Sevgili K.
Mektubum kısa sürede eline ulaşmış olacak.
Sevgili D.
Bu gece bana katıldığın için teşekkür ederim.Şarabı tam istediğin gibi hafifçe soğutacağım ve peynirleri şarap soğumadan kesmeyeceğim.
Sevgili A.
Bu akşamki performansına gelemeyeceğim,yeni theremin şovunu bir sonraki sefer dinleyeceğim.
Sevgili E.
Hala özel günlerde kitap hediye edebildiğim insanlardan biri olduğun için çok teşekkürler.
Sevgili F.
Bu yüzyılda yaşamamız çok ironik,haklısın.
Sevgili S.
Gel-gitlerin beni bazen ürkütüyor ama bunun da üstesinden geleceğine eminim.
Sevgili M.
Seninle konuşmaktan çok sıkılıyorum.Kendine bu kadar acıma.Daha çok viski iç ve daha küçük tokalar tak.
Sevgili D.
Blogundaki şarkıların bir çoğunu biliyorum ama bilmediklerim de oluyor bazen ve bilmemek benim çok canımı sıkıyor.

20 Aralık 2010 Pazartesi

Oi Va Voi Biletleri - Biletix - A Ticketmaster Company



Oi Va Voi Biletleri - Biletix - A Ticketmaster Company

Babylon'da çingeneler zamanı havasında bir gece geçirmek için iyi fırsat!

Get Ready for the Solstice Lunar Eclipse!


The first total lunar eclipse in two years will grace the sky the night of Monday, Dec. 20.
The luster will be a bit "off" on Dec. 21st, the first day of northern winter, when the full Moon passes almost dead-center through Earth's shadow. For 72 minutes of eerie totality, an amber light will play across the snows of North America, throwing landscapes into an unusual state of ruddy shadow.

The eclipse begins on Tuesday morning, Dec. 21st, at 1:33 am EST (Monday, Dec. 20th, at 10:33 pm PST). At that time, Earth's shadow will appear as a dark-red bite at the edge of the lunar disk. It takes about an hour for the "bite" to expand and swallow the entire Moon. Totality commences at 02:41 am EST (11:41 pm PST) and lasts for 72 minutes.

If you're planning to dash out for only one quick look -­ it is December, after all -­ choose this moment: 03:17 am EST (17 minutes past midnight PST). That's when the Moon will be in deepest shadow, displaying the most fantastic shades of coppery red.

20 Kasım 2010 Cumartesi

Uçtum,uçtum...Bulutlara değdi kanadım...Sonra bir baktım...


Berlindeyim.Duvarlar yıkılmış.Bardaklar boşaldıkça doluyor birayla.Soğuk...Çok soğuk...Ama bu sefer üşümüyorum.Kırmızı rujumu tazeleyip gülümsüyorum sürekli.Bağlantılarım tamamen kopuyor geçmiş ve gelecekle.Sadece o "an" var...Oluyormuş demek...Trenlere biniyorum,her binişimde bir başka damar kopuyor beni anılara bağlayan...Hoşuma gidiyor.Demek ki yeniden yenileniyorum.Yine de anısı kalacak olan "Spandau" biletimi,cebime atıyorum.Beni anlatan bir alıntı istendiğinde neden "it is better to travel than to arrive" dediğimi bir kez daha anlıyorum.Ben hiç bir yerde kalamıyorum,ama gitmekten de vazgeçmiyorum.Kendimi dev dünya atlasının üzerinde hayal ediyorum.Bir sonraki rotasyonumu belirliyorum zihnimde.Kırmızı bir çember çiziyorum atlasın üzerine.Biraz daha uzak bir yer bu sefer.Kulağımda gülümseten bir Trepassers William şarkısı....Derken kendimi bir başka kırmızı çemberli alanda buluyorum...



Bisikletler,güvercinler,noel süsleri,kanallar,sokak şarkıcıları,sekse ve uyuşturucuya dair herşeyin dinginlikle kabullenildiği güzel şehir Amsterdam.Her köşe başında bir fotoğraf çekiyoruz.Bokbier içiyoruz her molamızda.Hava çok soğuk ama diyorum ya üşümüyorum,çünkü mutluyum,ipodumun şarjı bitmek üzereyken son dinleyebildiğim şarkı ile veda ediyorum şehre.After every party i die...

5 Kasım 2010 Cuma

etymology of LIE


A lie (also called prevarication, falsehood) is a known untruth expressed as truth.

A lie is a type of deception in the form of an untruthful statement, especially with the intention to deceive others, often with the further intention to maintain a secret or reputation, protect someone's feelings or to avoid a punishment or repercussion for one's actions. To lie is to state something that one knows to be false or that one does not honestly believe to be true with the intention that a person will take it for the truth. A liar is a person who is lying, who has previously lied, or who tends by nature to lie repeatedly - even when not necessary.

Lying is typically used to refer to deceptions in oral or written communication. Other forms of deception, such as disguises or forgeries, are generally not considered lies, though the underlying intent may be the same. However, even a true statement can be used to deceive. In this situation, it is the intent of being overall untruthful rather than the truthfulness of any individual statement that is considered the lie.

Serious lies (such as perjury, fraud, and defamation) are punishable by law.

3 Kasım 2010 Çarşamba

oyun1



bu kağıttaki yazıları okuyorsun.okuduğun yazıda da bu kağıttaki yazıları okuduğun yazıyor,okuduğun yazıda okuduğun kağıttaki yazıda da kağıttaki yazıları okuduğun yazıyor o kağıttaki yazıda da kağıttaki yazıları okuduğun yazıyor.sonsuzluktan korkma.191009/Binbirgece masalları cilt ? 500 küsürüncü sayfaya iliştirilmiş not.

Alo.
Yanında kağıt kalem var mı?
?
Emily ben.Yanında kağıt kalem var mı?
Evet.
Şimdi sana bıraktığım paketin yerini söyleyeceğim.
Dinliyorum.
K.Curi parkında okul tarafına bakan taraftaki sıra ağaçlardan 3.sünün en gölgeli gövde kısmına senin için bir şey bıraktım.
Okul tarafına bakan,3.ağaç?
Vaktim yok.Beni çabuk anlamalısın.
Anlaşıldı.

27 Ekim 2010 Çarşamba

fouling scot



I can't see anything that I don't like about you.
But you will! But you will. You know, you will think of things. And I'll get bored with you and feel trapped because that's what happens with me.
Okay.
[pauses] Okay

today's cleaning day.
assclowns will be out of the game.
sorry guys:)

25 Ekim 2010 Pazartesi

3...2...1

az sonra çok derin bir uykuya dalacaksın.bunun tadını çıkar.

soyadın ne?
.......
kaç doğumlusun?
......
kulağım çınlıyor...sağ taraftan sımsıcak birşey...




uyanış:
kaç dikişim var?
5 sağ 5 sol toplam 10.
başarılı geçti mi?
çok iyi geçti.
daha ne kadar burada duracağım?
15-20 dakika.

gözlerim saatte...12:45 azcık daha uyuyabilir miyim?
evet elbette...

10 Ekim 2010 Pazar

sense of something coming
I am like a flag in the center of open space.
I sense ahead the wind which is coming, and must live
it through.
while the things of the world still do not move:
the doors still close softly, and the chimneys are full
of silence,
the windows do not rattle yet, and the dust still lies down.

I already know the storm, and I am troubled as the sea.
I leap out, and fall back,
and throw myself out, and am absolutely alone
in the great storm.

Rilke

9 Eylül 2010 Perşembe

Tindersticks'e doyma vakti

Kimileri için intihar sebebi,kimileri için yaşama aracı ve bir çok insan için ise alıp uzaklara götüren müzik klasmanında olan Tindersticks 20-21 Eylül tarihlerinde Babylon'a geliyor.İstanbul'da yaşamanın en güzel taraflarından birisi de böyle muhteşem grupları izleyebilme şansı elde etmek.Ekşisözlükte bir yorumda "ruhu delen" demiş bir yazar.Çok nokta atışı bir benzetme olmuş bence.Hemen biletlerimizi aldık ve 12 gün sonra buluşacağız!Biletler biletixde,83ytl.Cherry Blossom'i dinlemek isteyenlere de benden bayram hediyesi.

6 Eylül 2010 Pazartesi

ÇokÇok Thai Restaurant



İstanbulda malesef Thai yemekleri yapan çok az yer var,bu yüzden evde thai yemekleri yapmak her zaman daha cazip gelmişti.Bakalım İstanbuldaki Thai restoranları nasıl dedik ve ÇOKÇOK Thai'yi denedik. Tom Ka Kai çorbası fena değildi,lime suyu biraz fazlaydı ,acısı iyiydi fakat kıvamı olmamıştı. tavuk satay Kai sa Te her hangi bir kebapçıda yiyebileceğiniz mangalda tavuktu resmen.Biraz uzunca kürdanlara geçirilmiş 4 minicik tavuk şiş,peanut sosu ise reçellikle servis edildi. Umudumuzu giderek yitirmeye başlamıştık. Lezzetsiz satayımızı yedikten sonra Kaeng Khiao wain kai yani ana körili yemeğimizi istedik ve ne yazık ki yine hayal kırıklığına uğradık. Ne porsiyon,ne tat ne de sunum bizi mutlu edemedi.Garsonumuz çok güleryüzlü ve ilgiliydi bunu belirtmek istiyorum.2 tane de Thailandlı çalışan vardı.Bir lokantaya Thai lokantası diyebilmek için 2 Thailandlıdan ve kenara köşeye serpiştirilmiş bir kaç buda heykelinden daha fazlasına ihtiyaç var bunun farkındalardır umarım.Ortam ve yemekler kesinlikle otantik değildi.Karnımız hala aç bir şekilde bu özensiz yemeklere ve 2 kadeh şaraba 100ytl ödedik malesef.Evde yaptığımız thai yemeklerinin tadını arayarak kalktık ve karnımızı güzel yemeklerle doyurmak üzere Pano'ya doğru yol aldık.

5 Eylül 2010 Pazar

Verandada yağmur var bu sabah

Guatemala Antigua kahvem,Orhan Pamuk ve Anthony and the Johnsons "Hope there is someone" ve orta yerinde şöyle diyor
There's a ghost on the horizon
When I go to bed
How can I fall asleep at night?
How will I rest my head?
Herşeye ara verip yağmura odaklanıyorum.Yaşamımızda hem ekşi hem de huzurlu olabildiğimiz anların asla unutulmayacak anlar olduğunu hissediyorum.Bu hafifçe gülümsetiyor beni.

4 Eylül 2010 Cumartesi

Eyes of Mars - Marion Cotillard & Franz Ferdinand

Jeux de Fants,La vie en rose,Inception,Nine ve Big fish gibi başarılı filmlerde güzel performanslar sergileyen Marion Cotillard ve Franz Ferdinand Lady Dior rouge serisinin tanıtım klibi için ortak bir çalışma olarak yapmışlar ve ortaya bu güzel görsellik çıkmış.Ben izlerken keyif aldım.

30 Ağustos 2010 Pazartesi

Falling from Trees ve Peter Broderick



Londra'da yaşayan kareograf sanatçısı Adrienne Hart psikiyatri hastanesindeki bir adamın yalnızlığını,kimlik arayışlarını,kaosunu ve halüsinasyonlarla çevrelenmiş düşlerini Falling From Trees isimli modern dans gösterisini izlerken bundan neden bu kadar etkilendiğimi anlamak zor değildi aslında.En büyük faktör elbette müziklerdi.Olafur Arnalds tutkumu körükleyen ekürisi Peter Broderick'ten başkası değildi.1987 doğumlu bu genç müzisyen piyano ve telli çalgılarla çok minimalist,sakin ve huzur verici çalışmalara imza atıyor.Serin İstanbul sabahında,verandada oturup Enis Batur okuyup günün ilk kahvesini içerken bana eşlik eden Bay Broderick'e olan minnetimi bu mini yazıyla içselleştirmek ve daha önce Broderick dinlememiş olanları da hafifçe uyandırmak istedim.

21 Ağustos 2010 Cumartesi

Kayıp giden küçük yıldızım E'ye...




KÜÇÜK YILDIZIN SON BALADI

Samanyolu, çobanın peşinden giden bir sürü gibi, göğün yamacına tırmanıyordu. Sürüdeki en küçüklerden biri, bu gümüşi döngüden ve dinginlikten öteye geçmeyen yolculuklardan bıkmıştı artık. Huzursuzdu. Sıkıntının tırnakları, bir yerlerini sürekli kanatıyordu. İşte böyle bir gökgününde, sürüden sessizce ayrıldı. Evinden kaçan kısa pantolonlu afacan bir çocuğa benziyordu küçük yıldız. İpinden kopmuş küçük bir uçurtma gibiydi. Hoplaya zıplaya uzaklaştı sürüden. Boşluğu ve birbaşınalığı duyumsadı birdenbire. Arkadaşlarından öğrendiği bir evren türküsünü mırıldanmaya başladı. Bir yandan da ayrıldığı sürünün, bütün bir ömür, evrenin kıyısında yaşamaya nasıl katlandığını merak ediyordu. Şaştı kaldı bu işe. Yıldız aklının hayalsiz olabileceğine inanmak istemiyordu. Sonra unuttu bütün bunları. Geleceği, geçmişi ve her şeyi...Ve şöyle düşündü küçük yıldız:

Evren yalnızlıktan da küçükmüş
Düşlermiş asıl sonsuz olan



Zaman, kar kristalleri gibi ayağına batsa da, yolculuk duygusunun esrikliği gizemli bir tada dönüşüyordu gittikçe. Saklı vadileri keşfetti küçük yıldız, karadeliklerde dolaştı. Ateşarabalarına binip manyetik rüzgarlar denizine indi. Başına belalar açmada gittikçe ustalaşıyordu artık. Kendine yönelmiş bir tehdit gibiydi. Asteroidlerin meteor yağmurlarına uğramış bedenleri delik deşikti. "Ölüm" dedi küçük yıldız, "Ölüm beni çirkinleştirmeden yok olma yollarını öğrenmeliyim". Sonra öteki galaksilerin uğuldayan rüzgarlarına yöneldi. Nebulalar arasından kayarken bir yandan da türküler söylüyordu, yıldız türküleri.

Evren umutlardan da küçükmüş
Mutsuzluk daha büyükmüş meğer


Küçük yıldız, sönmüş yıldızlar arasından geçerken, terkkettiği sürüyü anımsadı bir ara. Arkadaşlarını, ışıkışığa neşeli dostlarını düşündü. Büyücüleri, bilicileri anımsadı. Dönse ömrü uzayacak, hızla yitirdiği ışığını yenileyebilecekti belki. Ama oraya dönmeyi bir kez bile aklından geçirmedi. Işığının, elmas tozları gibi bedeninden dökülmesine aldırmadı. Çevrenini kendisi yaratmalı, kendisi yok etmeliydi. O hiçbir zaman sönmüş yıldızlar mezarlığına gömülmeyecekti. Gerektiğinde kül olup savuracaktı kendini. Diğer yanda samanyolu küçük yıldızın kaybolduğunu yüzlerce ışık yılı sonra ayrımsadı. Ama binlerce ışık yılında açtığı keçi yolundan çıkıp da onu aramaya yanaşmadı. İmkansızı denemeye kalkmıştı o:

Evren
Sekizinci renge sarınan
Metaforlarmış meğer


Karanlık bölgelerden geçiyordu küçük yıldız, bir ateş böceği kadar kendine yakın, kendine uzaktı. Kendini, evrenin öteki kıyılarına sürükledi sonra. Yıldızların düş kurdurucu olduklarını ama artık düş de kurmaları gerektiğini duyumsadı. Yıldızların da ütopyaları olmalıydı. Ama bir yandan tükeniyordu küçük yıldız. Hızla, ışık hızıyla tükeniyordu. Karadelikler onu yutabilir, sönmüş gezegenler kendine çekebilirlerdi. Büyükbüyüklerinin masallarındaki gibi tehlikeler ortasında kalabilirdi. Umurunda bile değildi bütün bunlar. Yaşıyordu, ölümlüydü ve firariydi, hepsi bu...

Evren hiçlik'ten de küçükmüş meğer
Yaşamı ve ölümü ezberleyecek kadarmış



Sonra bir ışık yılında, yırtılmış ozon tabakasının altında Dünya'yı gördü. İnsanlar, çamur içindeki larvalara benziyorlardı. Küçük yıldız dehşetle baktı aşağıya. İşte tam o an ayağı bir meteora takıldı ve kaymaya başladı. Düşüyordu. Tutunabileceği birşey yoktu evrende. Tutunmak da istemiyordu zaten... Işığa ve kendine veda etmenin vakti gelmişti. "Vedanın anlamı ne" diye düşündü sonra. Anlamsızdı. Dünya'ya inme duygusunun bir biçimiydi veda. Bir yandan da kaymaya devam ediyordu. Son çabasını aşağıdaki Dünya kirliliğine düşmemek için harcadı ve kılpayı kurtuldu bundan.

Evren
Küçük bir okyanusmuş meğer
Kıyısında yelkenliler batan



Kendini gök uçurumuna bırakırken küçük yıldızın son baladı şu oldu:

D ü ş lü y o r u m...

t o z l a ş a r a k

d
ü
ş
l
ü
yo
rum...
Dünya olmasın da!
Meleklerle uyu küçük yavru...Cennetin en renkli oyun bahçelerinde en güzel oyuncaklarla oyna şimdi...

14 Ağustos 2010 Cumartesi

BODY WORLDS



Sonunda uzun zamandır gitmek istediğim İstanbul Modern'deki BODY WORLDS sergisine gittim.Dr. Gunther von Hagens’in plastinasyon tekniği ile dönüştürdüğü cesetleri yakından izleme ve hayretlerle izleme fırsatı buldum.İnsan bedeninin ne kadar fani olduğunu,yaşlanmanın ancak ertelenebileceğini ama önüne geçilemeyeceğini bir kez daha anladım.Fetus içindeki 3 aylık bir bebeğe hayretle bakıp,beynimizin kıvrımları düzleştirilirse 1,5 metrakarelik bir alanı kapsayacağını bile öğrendim.Bir başka ilginç tez ise aslında sanıldığı gibi beynimizin %10 unu değil tamamını kullandığımıza yönelik olan bilgiydi.Bedenlerini bağışlamış onlarca insanın 5 işlemle:anatomik diseksiyon,vücut yağı ve suyunun çıkarılması,zorlu emdirme,konumlandırma ve kürleme ile bedenleri plastize ediliyor.Sergide bedenimizin her parçasını hatta tümörlü ve hastalıklı hallerini görmek mümkün.özellikle sigara içenlerin bu sergiye gitmesini kesinlikle öneriyorum.akciğerlerin sigaradan nasıl kurşuni gri bir hal aldığını görünce her sigaradan önce bir kez daha düşüneceklerini umuyorum.Bedenini öldükten sonra bağışlamak isteyenlere belirli şartları içeren bir sözleşme imzalatılıyor.Bu sözleşmeye online da ulaşmak mümkünmüş.İstanbul Modern antrepo 3 teki sergi 17Aralığa kadar devam ediyor.

11 Ağustos 2010 Çarşamba

perseid meteor yağmuruna hazırlanalım!



10-14 Ağustos tarihleri arasında gökyüzünde şölen var!Bu olağanüstü perseid meteor yağmuru(akanyıldız yağmuru) dünya’nın Swift-Tuttle kuyruklıyıldızının geride bıraktığı kaya bulutunun içinden geçmesiyle oluşuyor. Bu kalıntı göktaşlarının bazıları saatte 11 ila 72 km hızla Dünya atmosferine giriyor ve alevlenerek ışık saçıyor.Bizlere de bu enfes gök şölenini izlemek kalıyor.Özellikle 12 Ağustos gecesi bütün ihtişamıyla görüleceği söylenmekte.Tam 2,5 aydır bu günleri iple çekiyordum!Eski bir inanışa göre aziz Laurentius'un gözyaşları üstümüze dökülecekmiş.Varsın dökülsün...

10 Ağustos 2010 Salı

down by the water cover

Stüdyo çalışmalarımız devam ediyorken yaptığımız cover şarkıların bazılarını burada yayımlamaya karar verdim.Bu en son cover çalışmamız olan Down By the Water'ın
(pj harvey)yaratım sürecinde çok sevgili MrO her zamanki gibi şarkıyı masterlarken harikalar yarattı ve titizlikle çalıştı.Ayrıca Myspace'teki bazı arkadaşlarımın blogumu izlediğini bilmek beni çok mutlu etti,hepinize teşekkür ederim.Kızkardeşim ve MrO'nun çalışmalarını kendi myspace sayfalarından takip ettiğiniz için de ayrıca teşekkürler,sevgiyle kalın.


19 Temmuz 2010 Pazartesi

galaksimiz hiç te sessiz değil

Evrendeki gezegenlerin sessizce eksenleri etrafında döndüğünü ve uçsuz bucaksız uzayda başıboş salınımlarla sessizliğin girdabıyla yoğurulduklarını sanıyorsanız yanılıyorsunuz.Gezegenlerin tıpkı metal makineler gibi değişik sesler çıkardığını biliyormuydunuz?Bir uzay delisi olarak bu sesleri kaydeden kıymetli astronotlarımızı ne kadar övsem az.Nasa'nın sitesinde seslere ulaşabilirsiniz.


daha fazlası ilginizi çekerse youtube'da space music veya cosmic music aramalarıyla modern improvizasyonlarla yapılmış değişik ambient çalışmalara ulaşabilirsiniz.

9 Temmuz 2010 Cuma

Buddha in Glory

Center of all centers, core of cores,
almond self-enclosed, and growing sweet--
all this universe, to the furthest stars
all beyond them, is your flesh, your fruit.

Now you feel how nothing clings to you;
your vast shell reaches into endless space,
and there the rich, thick fluids rise and flow.
Illuminated in your infinite peace,

a billion stars go spinning through the night,
blazing high above your head.
But in you is the presence that
will be, when all the stars are dead.

7 Temmuz 2010 Çarşamba

Ey aldandıkça inanan,

Ey küçük yaratığa vergi mutluluk,
hep kendini taşıyan kucakta kalıp;
Ey sineğin mutluluğu,içeride hoplayan daha,düğünü olsa bile:çünkü herşeydir kucak.
Sonra yarı güvenliğine bak kuşun,neredeyse ikisini de bilir özkaynağından,Etrüsk ruhudur sanki,bir uzayın içine aldığı ölüden çıkmış,
ama uzanan yontusu kapak olmuş üstüne.
Nasıl da şaşkındır,bir kucaktan ayrılıp uçmak zorunda kalan.
Kendi kendinden korkmuşçasına,şimşek gibi yarar havayı,nasıl fincanı boydan boya geçerse çatlak.
Yarasının izi de öyle yarıp geçer porselenini akşamını.

Sizler karşısındakinin coşkusuyla artanlar,
Sizler aldandıkça inananlar,
Ey erken ölmüşler,
Zahmetli şey ölü olmak,yeni baştan ağır ağır alışmak,
Alışmayı mutlulukla karıştırmak.

3 Temmuz 2010 Cumartesi

yeni pasaport


sonunda yeni pasaportuma kavustummm!!!
hani bunun çipi? çip degil aslında barkodlu.emniyet olay yeri inceleme ekibi bilgisayarda bütün parmak izlerimizi aldı...Artık parmak izlerimi vererek bir cok işlem yapabilecekmişim.Mesela yeni ehliyetler de çipli olacakmış,bir seneye kalmaz yeni ehliyet almak gerekecek bu yuzden vatandaslık numaranızı yazdırtmadıysanız acele etmeye gerek yok,yeni ehliyeti beklemek en mantıklısı.
ben çok matrixvari bişey bekliyordum ama gayet pembe bir pasaport bu:)) daha minimal ve sirin geldi.eski pasaportlarınız (10 seneden eski degilse) 2015 e kadar gecerli. ama benim artık içim rahat etsin diye acil yeniledim,şimdi 5 sene gecerli pasaportum var.ayrıca bu aralar %50 indirimli,faydalanmak isteyen elini çabuk tutsun!

(edit:20.02.2011-Şubat ayındaki Portekiz seyahatimde pasaport kontrolumdeki görevli yeni çipli pasaportum oldugu için bana teşekkür etti.eski pasaportlar yüzünden kontrolde ciddi sıkıntılar yaşanıyormuş.benden söylemesi)

15 Haziran 2010 Salı

Geri dön baba

Bugün tam 7 gün oldu evde yoksun...
7 gündür 28 senedir tutmadığım kadar elini tuttum,öptüm seni,bildiğim bütün duaları birleştirip sana okudum.
7 gündür 28 senedir hiç duymadığım şeyler söyledin bana...Canının yandığını saklayamadın...O kadar canın yandı ki...Benim canım yansaydı senin yerine...bunu diledim...koluna girip seni hastahane koridorlarında yürütürken kaç kez dizlerim boşaldı,düşüp ölecek gibi oldum bir bilsen...
7 gündür ben sen oldum baba...Dimdik durdum,serinkanlı cümlelerle "hersey yolunda" dedim seni soranlara.Mantığımı koydum çantama yanına gelirken.Oysa eve dönüşlerde kalbim eziliyordu senin çektiğin acıdan...
7 gündür hiç korkmadığım kadar korktum baba.Kimselere söylemedim bunu.Korkmayın dedim korkanlara.Babam güçlüdür bunu da atlatacak siz merak etmeyin dedim.Ben ayakta durdukça kimileri daha çok yıkmak istedi,hiç izin vermedim onlara,senin gibi...
Şimdi aradan 3 gün geçti,işte evindesin.Kuş seslerinin dolduğu odandasın.Rüyanda birilerinin sana yıldızlardan yorganlar diktiğini görüyorsun,umutlarının ve bedeninin aldığı yaralar seni uyutmazken sayıklayarak uyanıyorsun,nemlenmiş alnına dokunuyorum,ellerini sımsıkı tutuyorum...Ne kadar güzelmiş ellerin...
Babanızın ellerine bakın...Bakın görün ne kadar güzeller...Ve sımsıkı sarılın ona...kokusunu saclarınızda bırakıncaya kadar sarılın hemde...

30 Mayıs 2010 Pazar

küçük şeyler

Küçük şeyler ne kadar güzel huzur veriyor!

Bahçemizdeki sebzeleri sulamaya giderken, bahçede beslediğim 5 kuş türünden bir tanesi olan kuzgunun neredeyse omuzuma konacak kadar bana yakın uçması.bahçeyi sularken benden 10 adım ötede durup adeta beni kollarcasına yüzüme bakması.Kendimi The Crow filmindeki Sarah gibi hissetmemi sağlayıp bana tuhaf bir huzur vermesi.
Popüler kitaplara olan sinsi gıcıklığımı altüst eden Murathan Mungan'ın "Yüksek Ökçeleri"ni salıncakta sallanıp okurken saçlarımın arasından esen tatlı rüzgarın beni yavaş yavaş mayıştırması ve ipodumda çalan ninni tonundaki Massive Attack tınılarında daha önce dikkatimi çekmeyen sözleri keşfedişim...The cool breeze that you welcome in the heat
You don't see it but you feel it when it's blowing on the street...Canım sıkkınken veya zihnimdeki bir şeye bir cevap ararken bütün evrenin işbirliği yapıyormuşçasına bana işaretler yollaması.Oturduğum bir cafede gözüme çarpan ilk gazetedeki ilk cümlenin,karşıma çıkan ilk insanın veya dinlediğim müziğin bana gülümseyen bir fısıltıyla aradığım cevabı verip sessizce ortadan kaybolması.Smoothie makinamda ilk buzlu kahve denememin ortaya beni kafein komasına sokacak kadar sert bir kahve ile sonuçlanması.Bunu hiç umursamayıp lıkır lıkır içerken çok daha konsantre klavye çalabildiğimi görüp,kahvenin üzerimdeki başdöndürücü etkisini bir kez daha fark edip,keyifle gülümseyişim.
Bir süredir üzerinde çalıştığım tualimi kısa bir süre önce bitirdikten sonra,güzel iş çıkardım dedirtmesi,onu çok sevdiğim birine hediye edişim,gözlerinde gördüğüm içtenlikle dolu teşekkür bakışı ve odasına astığı eserimin bir anda bütün odanın havasını değiştirdiğini söylediğinde hissettiğim o naif mutluluk...Can dostum Rocky'nin kuaförden geldikten sonra misler gibi kokması,ona sarılıp tüylerini okşarken başını göğsüme dayayıp huzurla soluması...

ve küçük şeyleri fark edebildiğimi görüp bir kez daha bunun için mutlu olmak bugün bana öylesine huzur veriyor ki...

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Micmacs à tire-larigot



Ne zamandır bir Jean Pierre Jeunet fanı olarak,Jeunet'nin yeni filmini bekliyordum. Tadına ne kadar izlesem de doyamadığım Amelie gibi bir yapıtın ister istemez bir benzerini yaratabileceğine inanmak istiyorum hep.Fragmanını ilk izlediğimde, Micmacs à tire larigot, renkleri ,sürrealist karakterleri ve naif detayları ile bir Jeunet klasiği olacağını muştulamıştı.Filmi izlerken yüksek beklentimden olsa gerek hep daha fazlasını görmeyi hayal ettim. Renkler, karakterler ve mizah yine muhteşemdi.Dominique Pinon ve Yolande Moreau gibi Jeunet'nin favori oyuncuları yine bu filmde.Peki filmin konusu belki daha mizansen olabilir miydi? Bence olsa daha iyi olurdu.Uluslararası silah üreticilerine karşı savasan, kafasında kurşunla gezinen adamdan, gördüğü ve duyduğu her şeyi ölçebilen hesap makinası kızdan,buzdolabının içinde kıvrılarak uyuyabilecek kadar esnek kadından,2 çocuğunu labirentte kaybeden bir anneye kadar yine enteresan tiplemeler var.Ben yine de Jeunet'den daha fantastik bir senaryo bekliyordum. Bu garip karakterlerle daha fantastik bir konu üzerine inşa edilmiş bir film bence bir başka başyapıt olabilirdi.İzleyin ve görün derim.

10 Mayıs 2010 Pazartesi

çikolatamı da kendim yaparım


Geçtiğimiz aylarda chefs istanbul'da katıldığım çikolata kursunda leziz çikolatalar yapmayı öğrendim.Bir çikolatakolik olarak ev yapımı çikolata yapmanın ne kadar keyifli olduğunu ne kadar anlatsam boş,yaşamak gerekir. Mustafa Kara'nın eğitmenliğini yaptığı kursta çikolata yapmanın bütün inceliklerini sadece 3 saatte öğrenirken kursta yaptığınız truffle ve pralin çikolataları eve götürüp bu muhteşem tatları paylaşma şansınız da var.Çikolatanın genel püf noktalarını öğrendikten sonra iş hayal gücünüze kalıyor.Mesela çikolata kaplamalı çilekler ve ahududulu pralin denedim,harika sonuçlar verdi.Daha sonra kendime inanılmaz eğlenceli kalıplar alıp yeni çikolatalar deneme şansım oldu.Hepsi missss gibi kokuyordu...

8 Mayıs 2010 Cumartesi

Tiyatro Festivali Başlıyor

Her zaman heyecanla beklediğim İKSV festivallerinden Tiyatro Festivali burnumuzun ucunda. 10 Mayıs-10 Haziran 2010 tarihlerinde gercekleşecek olan festival kapsamında Elektra, Troyalı Kadınlar,Phaedra'nın aşkı ve Dava gibi bir çok inanılmaz oyun var. 2010 Turkiye Japon yılı dolayısıyla bazı Japon oyunları da izlenebiliyor. Mesela Yoroboshi ve Bahar ayini.

Bu arada Türkiye Japon yılı etkinliklerinden izleme fırsatı bulduğum “Taketori Monogatari – Prenses Kaguya'nın Hikâyesi”isimli muhteşem oyundan sonra uzakdoğu sineması gibi uzakdoğu tiyatrosunun da oldukça parlak olduğunu deneyimleme şansım oldu.


İSTANBUL'da yaşıyor olmak büyük bir ayrıcalık,bu nimetlerden faydalanmak ta bizlere düşüyor.


4 Mayıs 2010 Salı

şimdi de joke circus






Retro,avantgarde,ithişam,popart ve çılgın konseptleri bir arada yaşatmayı başarabilen Çapamarka grubu Joke College dan sonra şimdi de Joke Circus ile karşımızda.Kapısının girişinde 300 kiloluk bir aslan ve kapıdan geçer geçmez neon ışıklandırmalarla aydınlanan mekanda yok yok.Kabare masası,minyatür arabalar,tavşanlar,geyik kafası giydirilmiş kadınlar ve strip pole kadar bir cok çılgın detay var.Her köşede ayrı bir renk ve farklı bir konsept var.Bir an kendinizi Alice in Wonderland veya Moulin Rouge setinde gibi hissedebilirsiniz.Belki de Andy Warhol "bir gün herkes 15 dakikalığına da olsa ünlü olacak" derken böyle bir mekandan bahsediyor olmalıydı.Okyanus balığımız skull candy kulaklıklarla geliyor ve kulaklıkları takıp okyanus sesleriyle yemeğinizi tadıyorsunuz.Bu sırada interaktif bir kabarenin bir parçası olabilir veya sahnedeki şovları izleyebilirsiniz.Mönüde Çin ve İtalyan mutfağı ağırlıklı çalışılmış.Chitalian mutfağı da denebilir:) 35 çeşit kokteyl var.Hepsi şeker mi şeker.Lolipoplu,pamuk şekerli ve çikolatalı içkiler!İçkiyi fazla kaçırırsanız kapıda 1968 model bir vosvos sizi eve götürmek için hazır bekliyOR.
Bu sürrealist mekanı bütün sirkruhlu insanlar bir kez görmeli derim.
Taşkışla cad.Maçka Demokrasi Parkı No:13 Hilton Oteli Arkası Harbiye








1 Mayıs 2010 Cumartesi

yeni oyuncaklarım

İlk önce All Angels Gone'dan çok özel bir parça olan Stephen H. sonra da Moonlight Sonata ve Corpse Bride'daki Piano Dueti çalabilmek için bir hayli çabalıyorum.Parmaklarım uyuşana kadar pratik yapmak inanılmaz eğlenceli.Gün içinde fırsat buldukça bakıyorum güzel oyuncaklarıma.Sound module'deki onlarca enstruman seçeneğini tek tek deneyip aynı parcaları bir dolu değişik enstrümanla deniyorum,oldukça deneysel bir keyif veriyor.Bir an evvel şu 3 parçayı kusursuz çalmak için daha kimbilir ne kadar çalışacağım...Herşeye değer diyorum.Amacıma ulaşınca kendime bir adet Behringer kulaklık hediye edeceğim:)

18 Nisan 2010 Pazar

A single Man by Tom Ford

Tom Ford'un yönetmenliğini yaptığını duyunca ilk başta isim benzerliği zannetmiştim oysa bu gerçekten bizim bildiğimiz ünlü modacı Tom Ford'muş. A single Man (Tek başına bir adam) Tom Ford'un ilk sinema deneyimi fakat açıkça itiraf ediyorum ki alnının akıyla çıkmış. Başroldeki Colin Firth Austin Film Critics Award ,BAFTA Film Award ,Chlotrudis Award, ALFS Award, SDFCS Award ,Outstanding Performance Award ve Volpi Cup ödüllerini kapıp götürürken Tom Ford Venedik Film festivali kapsamındaki Queen Lion ödülünü almış. Film eşcinsel bir İngiliz edebiyatı profesörünün sevgilisi öldükten sonraki yürekleri buran yalnızlığından bahsediyor. Filmin ilk sahnelerinde işlenen yoğun yalnızlık hissi insanı alıp uzaklara götürürken kendi yaşamlarımızda aslında ne kadar yalnız olduğumuzu hissettirdi bana.Öleceğimizi bilerek yaşamak,anı yaşamadıkça aslında her an ölmek ve sonunda da fiziksel ölümle tanışmak bu filmde güzelce işleniyor.Aslında Los Angelas ta geçen bir gün seyirciye aylar yıllar gibi geliyor.Julianne Moore'un oyunculuğu oldukça sönük.Colin Firth'in ise bence en iyi oyunculuklarından biri.

9 Nisan 2010 Cuma

double brow?



Malum her sene güzellik trendlerimiz değişiyor.Bu sene saçtan farklı renk at kuyruğundan, bedhead stiline, makyajla uyuyup uyanmış efektinden viktoryan dönemi topuzlarına kadar bir çok şey var.Ama neden en son Brooke Shields ile yeterince bunalım yaşadığımız şu kalın kaş teması var anlamış değilim.Artık sokaklarda double brow kadınlar görürsek şaşırmayalım.Modadandır:)

2 Nisan 2010 Cuma

çok zarifsin samsung

Sonunda harici hard disk aldım.Aylardır süregelen üşengeçliğimi bırakıp Teknosa'ya girdim ve bu tasarım harikası karşısında çok etkilendim.Apple tasarımlarına benzeyen beyaz,şık ve neredeyse bir sigara kutusu büyüklüğündeki 500GB hard diskime şimdi gönül rahatlığıyla bütün bilgisayarımı kopyalıyorum.

27 Mart 2010 Cumartesi

Puccini Madame Butterfly

Puccini'nin bu olağanüstü lirik operasını sabah uyanıp dinlemek...
Cio Cio San'ın aşk acısını uzak doğuya özgü o kekremsi baharat tadıyla işlemiştir Puccini. Terkedilen bir geyşanın lirik ağlayışları yüreği tırmalar. Bir geyşa gibi sessizce çığlıklar atar oysa... Madame Butterfly kendini babasının bıçağı ile öldürmeden önce bıçaktaki yazı okunur "Gururla ölmeli" Butterfly'ın narin beyaz bedenini kırmızıya boyayan ölümü esnasında Pinkerton "Butterfly!"diye haykırır,elinde tutamadığı,tutmaya çalıştığında simlerini yokettiği uçup giden bir kelebeğe olan yakarıştır bu aslında...

Zamanın kaydı

 Ağustos'ta yeniay, evinin arkasından doğarken eğer tanrılar sana gülümserlerse, eşinin badem ağacının altında, bir başkasının düşlerini...