25 Nisan 2011 Pazartesi

Rabbit Hole ve Buluşma Yeri

Geçtiğimiz hafta izlediğim izlediğim oyunda ve filmde tesadüfen ortak olan bir tema vardı"ölüm"
Dusan Kovacevic'in M. Nurullah Tuncer tarfından yönetilen "Buluşma Yeri" isimli oyunu şehir tiyatrolarında sahneleniyor.Yaşam ve ölüm arasında gidip gelen bir profesör,ölümden sonraki hayatı ve dünyevi hayatın yalanlarla kurulu düzenini yani kısaca şu fani dünyada aslında üzüldüğümüz şeylerin ve kalp kırmaların ne kadar gereksiz olduğunu bizlere tekrar hatırlatıyor.Oyunun müzikleri çok etkileyiciydi.Oyunu izlerken aklımdan sevdiğim tüm ölmüş insanlar ve bir zamanlar sevdiğim artık hayatımda olmayan yaşayan ölüler bir bir geçti...Yanıma baktım,işte dostum dedim.Her zaman yanımda kalan,beni seven ve benim de sevmek için hiç bir sebebe ihtiyaç duymadığım insanlarımdan biri...


Nicole Kidman ile AAron Eckhart'ın oynadığı "Rabbit Hole" isimli filmde ise küçük çocuklarını kaybeden ve bunun ızdırabını hayatlarının her anında yaşayan bir çiftin hayatı anlatılıyor.Film bence vasat bir film,ufak bir kuantum dokunuşu var,paralel evren temasına hafifçe dokunuyor. Annenin çocuğunu kaybetmesinin acısını bir başka paralel evrende mutlu olduğunu düşünerek hafifletmesi filmi bir süre izlenir kılan tek nüans diyebilirim.Tema yine ölüm ve ölümün ardındakiler...

17 Nisan 2011 Pazar

Checkpoint.

Dear H.
This is for you. Do you mind if i join your "dream mapping "session?
Noise,tranquility,decisions and changes.Isn't it life?



Never.never.LAND.

Haftalık Bülten


istanbul modern'de Kayıp Cennnet(paradise lost) ve Yao Lu'nun yeni manzaralı isimli sergileri gezdim.Kayıp Cennete katılan sanatçılar şöyle:
Doug Aitken, Francis Alys, Qiu Anxiong, Katerina Athanasopoulou, Jim Campbell, Ergin Çavuşoğlu, Shaun Gladwell, Emre Hüner, Nina Katchadourian, Ali Kazma, Laleh Khorramian, Armin Linke, Guy Maddin, Rivane Neuenschwander, Ulrike Ottinger, Tony Oursler, Pipilotti Rist, Charles Sandison, Kiki Smith, Bill Viola, Pae White
Bozulmamış bir dünya var mıdır? sorusuna yeryüzündeki cennet arayışlarımızın sergilendiği bir platform oluşmuş.Ali Kazma'nın canlı beyin operasyonu videosu gerçekten tüyler ürpertici.
Wicked game'i en alışılmadık şekilde yorumlayıp yıllar önce aklımı almış olan sanatçı Pipilotti Rist'in eserini sergide görmek ise şaşırtıcıydı.


Yao Lu ise Çin Fotoğrafçılığını 2008 BMW ödülünden sonra İstanbul Modern'de pekiştiriyor.
"Yao Lu, toz geçirmez yeşil ağlarla kaplı inşaat artıklarını fotoğraflayıp, dijital uygulamalardan faydalanarak geleneksel Çin resmi estetiğini yeniden yaratıyor. Çektiği fotoğraflara pagodalar, evler, kayıklar ve ağaçlar ekliyor ve özenle yaratılmış yeni manzaralar ortaya çıkartıyor."


Ali Poyrazoğlu'nun "Tanımadığım Adamlar" isimli oyunun izledim ve Burak Alkaş'ın oyunculuğunu ayakta alkışladım.


İş için gittiğim Samsun soğuktu,ıssızdı, ve oldukça yorucuydu. Bir daha da gitmek istemem.

İyi pazarlar,kahvem geldi.

11 Nisan 2011 Pazartesi

6.45 okuru

16-17 yaşlarımdan beri özenle biriktirdiğim kitapları,bir kaybedenler klübü tribi,90'lı yılların rahatsız çocuklarının saykodelik önsözlerle yazılmış saman kağıdından buluşma noktasıdır 6.45 yayınları.Sevenleri onun en olmadık baskılarını olmadık yerlerde bulur,karanlığa kaybolur ve bundan müthiş keyif alırdı."Kaybedenler Klübü "isimli filmi izledikten sonra eminim bu yayınevini hiç duymamış olanlar her yerde 6.45 yayınları arayacaklar ve sömüreceklerdir.
Evet ama ben neden rahatsızım?6.45 in ruhunun,yayınevi kültürüne zehirli bir fanzin gibi yayılışını yıllardır keyifle izlerken şimdi bir anda popülerleşeceğini hissetmek içimi bencilce bir sızıyla kaplıyor.Yine de bu film umarım hayırlara vesile olur da okur sayımız biraz artar.


beat kuşağı beat timi?
beat medi...
her 6 45 okuyucusu bilir ki; bu dünya üzerinde başlanan yolculuklar, sadece başlangıç noktasına dönmeye yarar.
Yaşasın Kaos.

10 Nisan 2011 Pazar

Paris

Uçtum,uçtum...Bulutlara değdi kanadım...Sonra bir baktım...



Paris'teyim.CDG havaalanı,terminal 1.Bu şehrin kokusu çok keskin.Metroya geçiyoruz.Sidik kokusu,karanlık duvarlar,kirli bir insan kalabalığı.3 kadın etrafımızı sarıyor,bir tanesi hamile.650 euromuzu çalıyorlar,D.uyarmıştı oysa,metroyu kullanmayın diye.Ne olduğumuzu anlamadan kendimizi metrodan atıyoruz.Etrafta polis yok.Göçmenler,çingeneler,turistler,esrarkeşler,otuzbirciler,öğrenciler ve uyuklayanlar.
Karanlıktan çıkınca bambaşka bir yerdeyiz. Opera.Şehrin göbeği.Metrodaki karanlık yerini mis kokulu bakımlı,kibar insanlara ve uygarlaşmış sürücülerle dolu bir caddeye bırakıyor.Herkese kuşkuyla bakıyoruz.İngilizce sorduğumuz sorulara Franszıca yanıt alsak ta anlıyoruz birbirimizi.Bu kadar kalabalık caddelerde bisikletliler hiç bir sorun yaşamadan trafiğin içinde gidiyorlar.


Otelimiz bir başka hayal kırıklığı,e booking yapmışız ve resimlerdeki görünen odayla alakası yok.Fransız mimarisi dışardan muhteşem,içine girince ne kadar eski olduğu anlaşılıyor. Resepsiyondaki iri yarı zenciyi Gora'da beyni alınmış dolanan zenciye benzetiyoruz ve metrodaki talihsiz olaydan sonra ilk defa gülüyoruz.Odamızda kırık bir sandalye ve duvarlarda ayak izleri var.Burası 3 yıldızlı bir otel ama hostel kıvamında,yüzlerce euro'yu çoktan ödemişiz.Moralimizi daha fazla bozmamaya söz verip kendimizi Paris sokaklarına atıyoruz.Opera ve Lafayette bulvarında geziniyoruz,croque monseur yiyorum,cafe creme içmeden kalkmıyoruz.Garsonlar çok kibar.Oturdugumuz gibi masamıza cam karaflarda ücretsiz su geliyor.Menüde ağırlık yumurtada. Omlet ve baget ekmeğinde sandviçler hemen her yerde var.Ve tabi macaron lar.İnanılmaz lezzetli.
Champs Elysse'den seine nehrine doğru yürürken çok güzel bir park buluyoruz.Parktaki atlıkarıncalara biniyoruz.Keyfimiz yerine geliyor.



Kabus odamıza geri dönerken resepsiyonda yeni bir yüz görüyorum.Sophie. Sophie'ye odamızla ilgili hayal kırıklığımızı ve Parise geldiğimizden beri başımıza musallat olan sıkıntıları anlatıyorum.Mavi gözlerini kocaman açarak beni dinliyor ve ertesi gün bizi yeni bir odaya geçireceğine söz veriyor.Ertesi gün sözünü tutuyor ve bizi üst katlarda oteli kral dairesi sayılabilecek bir odaya geçiriyor.Hala 3 yıldız konforumuz yok ama en azından beyaz duvarlarımız,şehri görebileceğimiz ve oturabileceğimiz bir fransız balkonumuz var.
Ertesi gün bize en yakın olan Montmarthe mezarlığı ile mezarlık gezilerimize başlıyoruz.Montmarthe'de kahvemizi ve makaronlarımızı yiyip Sacre Coueur'a gidiyoruz.Ressamlar ve sanatçılar buradalar.Sokaklar rengarenk.Dans şovları,konserler ve bol bol insan var etrafta.Kara kalem resminizi veya karikatürünüzü 10-30 euro arası çizdirebiliyorsunuz.



Eyfel kulesi turun çok gereksiz bir parçasıydı ama bir turistin Pariste yapmazsa aklında kalacak bir şey olduğundan demir kütlesine onlarca dakika asansör kuyruğunda bekleyerek çıktık ve indik.Olay sadece budur yani.Yukarıdan görünen tek şey Parisin ne kadar nizami bir şehit olduguydu.Louvre müzesi gerçekten devasa.Eyfelden sonra louvre'a gittik.Louvre sadece Mona Lisa'nın tablosunun olduğu yer değil.Koskocaman bir sanat şatosu.En az 8 saat ayırmak gerekiyor.
Pere Lachaise mezarlığında sevgili Jim Morrison'un mezarlığını ziyaret ettik.Aynı mezarlıkta Gerard de Nerval,Balzac,Chopin,Ernst Max,Faure,Marcel Proust ve Oscar Wilde gibi ünlüler de var.Marsille'den gelen S.ile mezarlık girişişinde buluşuyoruz.

Disneyland'e metronun kırmızı hattı ile direk gidilebiliyor.Günlük 67 euro.
Chatelet şehrin bir başka merkezi.Burası Parisin Taksimi gibi.Gençler ve gece hayatı daha çok burada.Restorantlar diğer yerlere göre daha uygun.
Paris tıpkı Roma gibi yürüyerek gezilesi bir şehir.İlk gün başımıza gelenlerden dolayı pek tekin bir yer değil ama görülesiymiş.

3 Nisan 2011 Pazar

Zamanın kaydı

 Ağustos'ta yeniay, evinin arkasından doğarken eğer tanrılar sana gülümserlerse, eşinin badem ağacının altında, bir başkasının düşlerini...