21 Aralık 2012 Cuma

karlaşık

uyandım.Yürüdüm.Karda bata çıka. Sokaktaki köpekleri izledim.Elimde tuttuğum ekmek torbasını göğsüme bastırarak yürüdüm.Sigur ros vardı yine kulaklarımda.White Night Wedding'deki Flatey kasabasındaydım bir an.Gözlerimi kırpıştırarak yürüdüm.Hiç gece olmayacak gibiydi. Sonra masamın başına oturdum.Hava karardı. Kar kokulu manzaramla başbaşa kaldım ve gökyüzüne,hubble teleskobuna,ismi bile olmayan nebulalara,kaybolmuş martılara ve dalları kırılan ağaçlara sessizce "şerefinize" dedim...

9 Aralık 2012 Pazar

gecikmiş bir mektup ve sigur ros dolu bir pazar

temelde bahsetmek istediğim şey kendine kalan yalnızlığı sevmenin doyumsuzluğu.yanında,önünde veya içinde seni tamamladığını düşündüğün şeyden bile arda kalan-arda kalan demeyelim bence,atık gibi bir şey değil,arka fon müziği gibi bir şey diyelim,süregelen ve eskimeyen- kendiliğinden bahsediyorum.alkolle terbiye edilemeyen o başıbozuk alt benlik gibi özgürce içinde zıplayan ama ayakları yere basan bir coşkuyla ruhunda topraklanan o sana kalan tek noktan." kendiliğin". kendimi bavulumu toplayıp başka ülkelere savururken "kendiliğim"miş yanıma aldığım...yalnızlık sanmışım.Kendimiz olmayı çok unutuyoruz çünkü.Çok fazla kavramla karıştırıyoruz.Uyuduğumuz bedenin yanında da kendiliğimiz var,bir oluşlarda da...Oysa korkutucu bir şey gibi gözüküyor bu bazen. Neden ben yokum hayatında? Neden hayatına dahil olamıyorum? diye sormuştun.Çok sonralarıydı beni "tanımamazlığının" ve ayrılık arifemizin başlangıcıydı...Kabul etmekte zorlandığın şey kendi oluşumdan sana kalan yalnızlıktı.Bunu yalnızlık olarak görmenin tek bir sebebi vardı: kendini bilmezlikle kapladığın korkuların...Avucunun içinde hep parmaklarına tutunacak bir kuş gibi kalacağımı düşünmen ve her nasıl becerdiysen o altın kalbinle beni durmadan eksiltmen...Çok kızmadım sana aslında.Sen de kızmadın. biliyorum. Sonra ne mi oldu? Hayallerime kavuştuğumu sandığım sanrılarla çerçevelenmiş bir kabus gördüm.Öncesinde bir krallık kurduk. Ktoorsk.Ben kraliçeydim.Hayallerin her rengi o kadar canlıydı ki bunda bir terslik olduğunu anlayamadan kör oldum.Sonra müzik.Ruhuma yayılan her nota ile ağır bir uyuşturucunun etkisi altına girdim.Kırmızı koltukta kıvrılarak uyuduk ve sokaktan geçen çöp kamyonlarının gürültüsü bile bizi uyandıramadı.Elime fırçaları aldım,kocaman bir tualin önüne geçtim.Bir kadın yüzü çizdim.Bir yanı bir geyşa-itaatkar,sadık,sessiz ve dingin- diğer tarafı ise yabani ve hayvansı-hırçın,parçalamak için hazır ve ait olduğu hiç bir yer olmayan...Mutluyken bile tekin olmayan bir mide bulantısı vardı içimde.Muhteşem yemekler pişirsek te hep midemi acıtan saçmasapan bir tekinsizlik vardı...Sonra yaralandım.Beni o korkunç yalnızlığı ile hiç acımadan yaraladı.başkalarına anlattı bana anlattığı hikayenin aynısını,o zehirli yalnızlığını yaymak için elinden geleni ardına koymadı.Önce bir kaç kadeh şarap içtik.Sonra tuvalete gidince aynada gördüğüm suratımı parçalamak istedim.Çığlıklar atarak nefretimi kustum.Sonra duvarına astığım o tuali aldım.Hayvansı tarafımla elime geçen ne varsa kırdım,parçaladım...Arkama bakmadan gittim.Merdivenlerden koşarak.Asansörü beklemeye bile vaktim yoktu.Gitme vaktimdi.O gece telefon çok çaldı.Ağladı içini çekerek."Beni ne hale getirdin.Neden hayatına dahil olamıyorum?" dedi.Sustum.Ağlamasını dinledim.Dudaklarımı kanatırcasına kemirdim.Kurtulmamın zor olduğunu düşündüğüm bu sanrılı tuzaktan çıkmam 2 günümü aldı.Uzun uzun yazdım sonra.Bir sürü film izledim.Derken fotoğraflar başladı. Kalbime anestol etkisi yapan konuşmalarla, mesafeli, bir başka yalnızlık.İstanbul'un en güzel manzarasına bakarken Anthony and the Johnsons dinleyerek bile ısınmadı kalbim...Kalbimdeki buzullara soğuk üfleyen beceriksiz bir fan gibi bir süre asılı kaldı hayatımda..."üzgünüm,hayatıma dahil olamıyorsun" dedim.Ben de üzgünüm dedi.Gidişi bile sönüktü.Elimde fotoğraflar kaldı.Sokağa çıktım bu sefer.Günlerce fotoğraf çektim.Parmaklarım deklanşöre basmaktan nasır tutana dek... Daha çok bavul hazırladım sonra.Kulaklarım uğuldayana dek uçtum,içtim.Başka ülkelerin topraklarına sarhoş sarhoş ayak bastım. Yalpalayarak müzik dinledim.Yarım yamalak gülümsedim.Sen ne yapıyordun o esnada? Bir başka yanılgıyı sahiplendin,kendininmiş gibi... Bir süre sonra yaz geldi.Cihangir sokaklarında,sahaflarda,peyotede,tomtomda yaşar oldum.Kalbimi kandırışım başka bir ruha saplandı.Çok whisky içtik.Zeki Müren dinledik.Kedilerden tekrar nefret etmeye başladım.Aşık olmak için zorladım kendimi. Aşıkmışım gibi mektuplar yazdım.Sonra bunu çok ciddiye almaya başladım.Kendimden tamamen uzaklaşmak için ne var ne yok yaptım.Başardım da bunu.Karşılığında aldığım tek cevap gözlerinde korku gördüğüm bir başkasıydı,korku salmıştım yine,bu kadarı fazlaydı,benim gibisini kabul edemezdi...Sonra yine bavulumu topladım. Barselonaya gittim. Koptuk.Tekrar tekrar kendimi biçimsizleştirdim.Bir gece tekrar buluşup,cam tavanlı ve uğultulu o barda karşımda oturan benimle ilgili hayaller kuran bu insan bir başka aldanıştı.Hayallerinin arasında bile "benim gibi birinin senin hayatında ne işi var?Ben senin hayatına dahil olamam" sözleriyle yine saldırdı bana.Haklıydı.Ya daha fazla içip kendimi yine kandıracaktım ya da eve dönecektim.Eve döndüm. Tek yaptığım şey uykusuzluğun inadına lokomotif gibi çalışmak ve fotoğraf çekmekti.Beni acaip bulan insanların arasında sessizce barınmaya devam ettim.Bütün bu eksi iyonlarla yüklü hayatımda beni fotoğraf çekmekten başka mutlu eden hiç bir şey yoktu.Yine bavulumu topladım.Hyde parkta sincapları izledim,tilki sesleriyle uyudum ve Camden town da köhne bir barda whisky içip bilardo oynadım.Çok eski bir dostumla buluştum.Sevgili S. ruhuma devcileyin bir şaplak attı."Kendine gel be kızım ne olmuş sana böyle? Bu sen değilsin ki" dedi.Haklısın dedim.Yeniden yazmaya başladım.Değişim her şeyde başlamıştı.Bahara hazırlanan bir ağaç gibiydim.Neden tomurcuklandığımı bile bilmiyordum ama hoşuma giden bir şey vardı.Biliyor musun?Gerçek bir aşk gelmeden önce seni tamamen kendine hazırlıyormuş... Önce seni çağırdım.Artık barışmalıydık.Artık hayatım değişmeliydi,arınmalıydım geçmişin yükünden.O gece tanımadığım insanların çoğunlukta olduğu bir kalabalığın içinde İrma ile tanışmıştım.Hiç kimseyi istemiyordum aslında,anlık bir kriz başımdan aşağı kaynar sularla yaktı beni.Ölmek istiyor ve ölemiyordum. İrma sakin olmamı ve bunun geçeceğini söyledi.O kadar güzel söyledi ki bunu, eve dönerken sabaha karşı vakitlerinin o ayaz soğuğuna rağmen bütün camları açtım ve üşümedim.Radyoda the bards song çalmaya başladı.Sen oradaydın işte.Seni bana hatırlatan bir şarkıydı bu.Eve gelip duş aldım.Yatağıma girip hüngür hüngür ağlamaya başladım.Sabah olmak üzereydi.Seni kalbimde hak ettiğin en tatlı yere koyup,bütün güzel dileklerle ilahi bir kuvvetin kalbine ulaşmama ve beni affetiğini duymama izin vermesini dilerken uyuyakaldım-beni hala anlayamamış ve affedememiş olduğunun düşüncesi saplanmıştı zihnime-Tam o sırada sen aradın.İşte her şey bu kadar net oluyordu.Geçen yılların ardından benimle kalp bağlantını yitirmemiş ve beni aramıştın.Seninle konuşurken giderek hafifliyordum. Sana hiç kızmadım ki dedin.Bunu duyduktan sonra kalbimde seni hep en güzel anılarla hatırlayacağıma dair söz verdim kendime.Mutluydum.Yeni bir hayata hazırdım artık. Evimin çok yakınlarında benden bir ileri boyutta paralel evrenimi paylaştığım bir varlıkla karşılaştım.O ilüzyonlu karşılaşmanın sarhoşluğu beni daha güzel bir kadın haline getirdi.Çok yazmaya başladım yine...Giderek daha da mucizevi olmaya başladı işler.Yine bavulumu topladım.Yağmurlu bir cuma günü. Havaalanına yetişirken fotoğraf makinamı unuttuğumu fark ediyorum. otobanda duruyoruz. Makinamı getirecek olan adamı bekliyorum.Uçağı kaçırmam an meselesi. Havaalanına gidince uçağımın iki saat rötar yaptığını görüyorum.-bir şey olması gerekiyorsa olur- Yunan topraklarına ayak bastığımda tuhaf bir sıcaklık daha karşıladı beni.A. ve S. ile sabaha kadar içtik. Ertesi gün ise hayatım değişiyor. Fotoğraf makinamı unutmuş olsam belki de hiç tanışamayacağım sevgilimle tanışıyorum. Anafiotika sokaklarını fotoğraflıyoruz.Eski bir paralel hayatlarımızdaki eşlerimizle tekrar buluştuğumuzu hissediyoruz.Kenetleniyoruz.Çenemiz ağrıyana kadar konuşuyoruz.Bu kadar da olmaz dedirten derecede benziyoruz birbirimize.Başkalarının dünyalarına giremeyen ve dünyalarında başkalarını uzun süre tutmayı beceremeyen iki hayalciyiz çünkü. Birbirimizin dünyasına izin almaya gerek duymadan giriveriyoruz.Uyumsuz duramayacak kadar uyumlu bir biçimde... Ben senin kadar güçlü değilim o yüzden yalnız kalamam demiştin...Yalnızlık ne demekmiş çok iyi biliyorum ben.Belki de bu yüzden şimdi ne kadar mutlu olduğumu net bir şekilde anlayabiliyorum. Yalnızlık yanında kendin olamadığın ruhlarda kendini avutmaktır. ...evimin önüne geldiğin o gece aradan geçen senelerden sonra ilk defa buluşuyoruz. Sabaha karşı ayazına rağmen sahilde konuşuyoruz.Barışıyoruz.Birbirimizin hayatında geçmişimizin en güzel anılarını bırakacağımızı umud ederek sarılıyorum sana... Umarım ben de bırakabilmişimdir. Hep mutlu olmanı ve kendini hiç yalnız hissetmemeni diliyorum...Bunları neden yazdım bilmiyorum.Belki bu sefer sen çağırdın belki de yine ilahi bir kurgunun içindeyiz ve bunları okuman gerekiyor... Kalbini sıcak tut ve sakın korkma.Her şey yolunda.

26 Kasım 2012 Pazartesi

aklımda baykuşlar

Agnes Obel Riverside music video from porkfish on Vimeo.

ve bunu her dinlediğimde omzumda kazağımı didikleyen pus rengi ve beyaz kırçıllı bir baykuşum olsun istiyorum... down by the riverside...

25 Kasım 2012 Pazar

...

...in time lost from Omar Danuk on Vimeo.

çok mu zordu dayanmak?

Zbigniew Preisner to know


az sonra kış... Pencerenden gördüğün ağaç tam da bütün yapraklarını dökünce mi gözlerini kapatmıştın? 17 yaşına girmiş ölümün. Dün gece rüyamda mezarlar gördüm.Mezar demek geçmiştir benim için.Geçmişimdeki hangi hayalet çıkacak yine karşıma? ve sen...Seni ne kadar çok özlediğimin farkında mısın canım anneanne?

24 Kasım 2012 Cumartesi

11 Kasım 2012 Pazar

monachos kai dichos prima

Çok uzun süredir uyuyorum.Daha doğrusu sadece beynimi uyutmaya uğraşıyorum.Kahveye doyamıyorum ve kahvenin yanında sıcak süt isteyen insanları hiç anlayamıyorum.
Uykularla kandırarak bedenimden henüz attığım anestezinin o kireç grisi rengi gitmiyor günlerdir gözümden.Günlerdir yatağımdan izlediğim gökyüzü gibi.Kireç grisi.Yaş aldıkça yağmuru sevmeye başladım.Sokağa çıkıp bu kurşunlu göğün resmini yeşilimsi lomo filmle çekmek istiyorum.Geçmişe dönüş. Bir süredir yine analog makinem boynumda. Özlemişim ne çektiğimi unuttuğum anda kavuştuğum fotoğrafları...Yıllar olmuş...Makinamda kalan 21 pozu çekeceğim yerleri planlıyorum kafamda günlerdir.Sonra tab ettirilecek o 3 rulo film. Tab ettirmek.Harika bir terim.Sonra bir de kendi şehrinde turist gibi hissetmesi var kendini...Sanırım bunu çok seviyorum.Sultan Ahmette bir camii avlusunda yere düşmüş bir sonbahar yaprağını değişik açılarla fotoğraflıyoruz defalarca,Karga'da oturup saatlerce konuşuyoruz boğazımızda kelimelerden sonra varolan tek şey Guinness in güzel tadı,yürüyoruz sahilde martı sesleri ta kalbimize kadar doluyorken elimi tutuyorsun ve yine o yonca yeşili gözlerinin içi gülüyor...Nasıl beceriyorsun bilmiyorum...Öylesine yumuşatıyorsun ki kalbimi,içimdeki bütün organlar gülümsüyor...

Buraya yazmak biraz da kendimle konuşmak benim için. Tumblr'da detaylarımı burada da kendimi biriktiriyorum belki de...

Sabah uyanıp boktan bir Fransız filmi izlemek canımı sıkmıyor. Eve gelen ziyaretçilerin renk renk çiçekler getirmesi de...
ama işte bazen bedenimdeki o kireç canımı sıkıyor...fena halde hem de...

            Biliyorsun değil mi? Hatırlanan en uzak geçmiş sonbahardır.
-Bunu hep söylüyorum değil mi?-
                                     Ve bu sonbahar da geçecek.Belki bir sonraki sonbaharda sabah uyandığımızda penceremizin önünde fesleğenler ve ikimize ait dev bir kütüphanemiz olacak.Duvarlarına çektiğimiz yüzlerce fotoğrafla can verdiğimiz...






19 Ekim 2012 Cuma

mektup

hayatımda onlarca kişiye mektup yazdım. şimdi ise şehrin,ülkenin ve dünyanın kimbilir nerelerine kadar giden mektuplarımın hikayelerini merak ediyorum. ve kelimelerim.el yazım.kim bilir hangi kutularda,hangi kitap aralarında ve hangi çekmecelerde saklanıyor...bir an çok tuhaf oldum. K.Curi parkında sağdan üçüncü ağacın nemli kabuktan gövdesine rengini hatırlamadığım bir raptiyeyle tutturduğum o mektup nerede peki?

18 Ekim 2012 Perşembe

12 Ekim 2012 Cuma

7 Ekim 2012 Pazar

Hiç Konser İzlerken Canınız Acıdı mı?

Dün gece Eleni Karaindrou performansını izlerken benim canım acıdı. Tüylerimizin diken diken olduğunda o bir kaç saniyelik acı var ya, dün gece dakikalarca sürdü bende o acı.Her bir şarkıyı bilmem kaç yüzüncü kez dinlesem de o an orada canlı olarak izlemek göz yaşlarımı tutmama engel olamadı.Bilemezdim aklımda bunca anıyı sakladığımı...Unuttum sandığım yüzlerce detay hücum etti her bir melodide.Yaşadığım ve yaşayacağım şeyleri hayal ettim.Hele o buzukinin her tınısı...Ezgilere karışan O bilge ve acılarla harmanlanmış Grek dokunuşu...Hepsi akan gözyaşlarımı daha da artırdı. Annemle gözgöze geldim.Ağladığımı anladı mı bilmem ama ben açıklama yapmak istedim."Ah neler geçiyor aklımdan şu an anne bir bilsen" diyebildim sadece. Ender Sakpınar'ın performansı da müthişti.O görkemli orkestrayı ancak o bu kadar mükemmel yönetebilirdi. Sırada Bjornstad var.

3 Ekim 2012 Çarşamba

Eleni Karaindrou ve sonra da Ketil Bjornstad...Çok heyecanlıyım...




O ılık akşamüstü,Porto Rafti isimli sahil kasabasında elele yürürken minik bir şapelin önünden geçiyorduk.Yaşlı Rum kadınlar ilahiler söylüyorlardı. İçeri girdik ve bu ilahi söylenmeye başladı.Ezbere bildiğim bu ilahiyi söylemeye başladığımda yaşlı Rum kadınlar gülümseyerek bana bakıyor kalplerinin üzerine ellerini koyuyorlardı. Senin gözlerindeki yonca yeşili şaşkın bakışlar "nasıl olabilir böyle bir şey?" diyordu ben ise yüzündeki şaşkınlıkla eğleniyor ve gülümseyerek ilahiyi söylemeye devam ediyordum.Seneler önce Theo Angelopoulos filmleri izleyip Eleni Karaindrou albümlerini dinlediğim zamanlarda ezberlediğim ve beni ürperten bu kısa ilahi o minik şapelde buluvermişti işte beni... Ve şimdi Eleni Karaindrou 6 Ekimde İstanbul Lütfi Kırdar'da Theo Angelopoulos anısına vereceği bir konser için 31 kişilik bir orkestra ile. Hem de orkestra şefi Ender Sakpınar...Daha ne olsun ki? Ne olsun biliyor musunuz? Bir de Bjornstad konseri olsun. Ne zaman mı? 11 Ekim'de CKM de...

21 Eylül 2012 Cuma

weird owl - White hidden fire



alternatif iyidir.
kitap okumazsam nefes alamayacakmış gibi okuyorum yine...nasıl da acıkmışım.rüyamda kitap fuarını görüp gülümsüyorum ve uyanma alarmıma şöyle bir not düştüm "güzelliklere uyan Ela kız"
portakal çiçeği özlü beyaz çay içiyorum.bugün cuma.filmekimi geliyor.ve bu akşam sıkı bir film izlemeye hazırım.
bütün planları iptal edip kendimin tadını çıkaracağım.öperim hepinizi.

9 Eylül 2012 Pazar

saçlarımda sonbahar.



Fransızlar seni özledim demek için tu me manques derler..."Sen benden eksiksin" demektir bu...




30 Ağustos 2012 Perşembe

tumblr adresim

ve dahası,detayı,ıncığı cıncığı burada... http://elapathicwhales.tumblr.com/

26 Ağustos 2012 Pazar

Lacrimosa

Uzun zaman oldu.Kelimesiz kaldığımdan değil,soluksuz yaşamaktan yazamadım.Cebimde yazmak üzere biriktirdiğim kelimeleri unutmaktan korkmadım bu sefer. Rüyalar gördüm.Canlı.Renkleri solmamış.Ölümüne inanmadığım dostu gördüm ve yine bana aynı şeyi söyledi "Ben buralardayım,gitmedim bir yere" Uyanınca yanımda bulduğum soluk beni yatıştırdı.Göğsüne yüzümü gömüp ağlamak ve onun sessiz dinginliği ile yatışmaktı tek kurtuluşum... Ateşler içinde yanarken gördüğüm vesveseli halüsinasyonlardan beni kurtaran da O'ydu...Bahçeyi sulamış,üstü başı toprak içinde,terlemiş ama benim için koparttığı o minik fulya çiçeği ellerinde tertemiz kalmış...Baş ucuma koyup huzurla gülümsedi.Huzur bulaşıcıdır çoğunlukla...Gözlerimi karanlıkta açıp o minik çiçeği koklamak ve toprağa dokunmaktan hafifçe pütürleşmiş beyaz ellerine dokunmaktı beni o ateşlerden çekip alan... Aşk yüzyıllardır unuttuğun ve yüzyıllardır yaşadığın bir şeydir bence.Unutmuş gibi sarılmak,her zaman yaşıyormuş gibi de özümsemek gerekir.Ben bu cümleleri bilmezdim,bilemezdim,ezberim dağınıktı,göçebeydi hep ruhum,sevmediğimden değil,hatırlayamadığımdandı belki de....Oysa kalbim hep seven'di.Kendini sıfırlayacak kadar özveriliydi... Değişmek...Başkalaşmak...Kendine yabancılaşmadan olmaz sanırdım.Oysa şimdi aynadaki ben kendine çok daha yakın,göçebe ruh ise hala çok özgür ama tatlı bir emin oluşla olduğu yerde duruyor,köklenmek,birleşmek,coşmak ve BİR olmak adına...Ve biliyorum aynanın arkasındakini.Huzurla gülümsüyor,elalar ve sarılarla kırçıllanmış yonca yeşili gözlerinle ve hafifçe yukarı kalkan sol kaşı ile... Ayrılık kolay olmadı hiç.Şimdi de değil. Artık tütün sarıyorum ve içinde insan olmayan siyah beyaz fotoğraflar çekiyorum.Ağaç köklerini özellikle...Aklımda Corfu adasında geceleyin canlandığını hayal ettiğimiz ağaçlar,ve ormanlıkta kaybolduğumuz o gece...Üzerimize sarkmış üzgün suratlı zeytin ağaçlarının arasında bir sen ve bir de ben.Sabaha karşı vakitlerinin toz rengi sisi görüşümüzü çerçeveliyorken Pink Floyd çalmaya başlıyor.Shine on you Crazy Diamond...Atmosferin uyuşturucu etkisine kendimizi bırakıyoruz.Şarkı bitince elimdeki tütün kağıdını nemlenmiş buluyorum.Her şey o anda asılı kalıyor sanki...Lacrimosa...Gözü yaşlı demek.Ama yaşam böyle işte.Hep biraz nemli...Mutluyken bile nemlenen kalplerin hanedanlığında soluklanıyoruz ömrümüz yettiğince.
Ve sen bu satırları okuyan...Sen bu sabah ilk uyandığında o yüreğini ağzına getiren şaşkınlığını,kalp sıkışmanı ve aklına sıkışıp kalan "acaba" larını benimmiş gibi hissettim.Güzel niyetlerle tertemiz şeyler diledim senin için...Bunu dinle.Bırak ses duvarlara çarpsın...Bırak masandaki şarap kadehi hafifçe titresin...Unutma,hayat böyle...Lacrimosa.Her daim azıcık nemli,ama yine de sahiplenmeye,ayakta durmaya ve ışıldamaya değer...

21 Temmuz 2012 Cumartesi

aşka dair bir şeyler

Yarı güneşli hafif serin bir cumartesi evde sırt üstü yatıyorum. Gördüğüm rüyalar aklımda.Ve Breakfast at Tiffany's in son sahnesini izliyorum.Kadın,adam,aralarında sarı bir kedi,yağmur ve kedi tüyleri ıslak dudaklarına yapışmış kadının aşığını beceriksiz öpüşleri. Romantizm anlayışımın güncel romanstan farklı olduğunu oldum olası biliyordum zaten. O yüzden romansın eleştirisini yapmayacağım ama bu film ile Audrey Hepburn'un dişilik ve zerafet sembolü haline gelmesi ise tam bir fiyasko bence.Kadının başkasının parasının gölgesi altında ayakta kalmaya çabalaması daha da kötüsü bir kadının tutkudan yoksun kalışı...Tutkusuz sevmek; bacaksız koşmak veya ne bileyim nezleyken şarap içmek gibi...Kadın ve tutku birbirinden nasıl ayrılabilir ki? Adının sevgi olduğu farzedilen tutkusuz aşk sünnet edilmiş bir ruh gibi acıtmaz mı? Birine sarıldığında kendini bulmuyorsan ten ne kadar gerçek hissedebilir ki? Aşk özgürleştikçe güzeldir... Dalları birbirine değmeden ama kökleri bütünleşmişken gerçektir. Aşk bir dayanaksa ve nefes almıyorsa o aşk değil duygular dünyasının en sahtekar aldanışıdır. i zoi einai oraia mazi so,makari na isun edo... az kaldı sevgili...

18 Temmuz 2012 Çarşamba

14 Temmuz 2012 Cumartesi

ego sum qui sum

ego sum qui sum: neysem oyum. Daha çok şey yazabilirim.Sessizlikteyim.Kendi iç sesimin radyoaktif dalga boyları ile gürleşerek bedenimi etkilemesini izliyorum. Beden elektrik akımları yiye yiye güçleniyor,kan dolaşımı hızlanıyor ve kendini yeniliyor.Artık burada tek önemli şey sakin kalabilmek ve aşkın ruhu beslemesine izin vermek. Gülümsüyor olabilirim. Öyle gerekiyor.

8 Temmuz 2012 Pazar

mentos

bugün en kolay yaptığım şeylerden birinin bir paket mentosu kısa sürede bitirebilmek olduğunu keşfettim.

14 Haziran 2012 Perşembe

Sonsuzluk Kitabı ve Çilekli Kurabiye

aşk varsa her şey çilekli kurabiye kadar güzel... ilk kitabımı yazdım.Dün matbaadan çıkınca elime aldım ve "işte bana ancak aşk yaptırır bunu" dedim. İlhamım olan bütün güzellikleri ruhumla kucakladım.Sayfaları kokladım. Gülümsedim. Bugün ise çilekli kurabiye yaptım.Yumuşacık oldu. Fırından çıkınca kokladım. Gülümsedim... öyle işte.

12 Haziran 2012 Salı

sevgili yıldız ağacı

bugün senin altında uzanıp demlenmiş çayımı içip tahinli çöreğimi yerken çok şey düşündüm.

10 Haziran 2012 Pazar

Paylaşmak

BAZEN, Çift renkli mis gibi taze güllerle süslenmiş bir sofrada kahkahalarla gülüp, seramik karaftan cabernet sauvignon merlot içip,birbirinden lezzetli yemekleri yerken bir ara susup gözgöze gelip gülümseyebilmektir paylaşmak...

27 Mayıs 2012 Pazar

belki değil mutlak

Beni dinlemen için 54 dakikan ve 19 saniyen var. Beni tanıman için bir ömür... şimdi uçuk lila perdeleri aralayıp akşamüstünün son güneşinin gözüme girmesine izin veriyorum. Kalbime dokunduğun yerin ısısı sadık bir şekilde kalmış orada, sessizce ibadet eder gibi sakin...Belki de biz seninle çocukken aynı anda aynı dizimizin üzerine düşüp aynı anda ah deyip acele ile kanımızı silmişizdir, ilk aşkımıza mektup yazarken ağladığımızı fark edince hafifçe utanmış, 18. yaş günümüze girerken pasta mumlarını üflerken ne dileyeceğimizi bilememişizdir, seyahat ettiğimiz ülkelerde bilmediğimiz sokaklara girip ürkekçe ardımıza bakmış ve belki yalnız uyurken "yarım bir elmaysam diğer yarım var mı? bulabilir miyim?" acaba diye düşünürken kırılgan uykumuza dalmış uyandığımızda yanağımızda soğumuş gözyaşlarımızla üşümüşüzdür... belki de aramaktan vazgeçtiğimiz anlarda bir anda radyoda en sevdiğimiz şarkının çalmasının uğuruna inanmışızdır eş zamanlı... belki...belki de değil... şimdi ise belli. belkilerin belli oluşlara dönüşmesinin benim için nasıl bir mucize olduğunu bilebilir misin sen? belli ki farkında olmadan tamamlanıştayız... şu an için sadece 7 gün...Ömürlük bir emin oluş ile...Kalbim...Ne şanslısın ey kalbim...

18 Mayıs 2012 Cuma

Now you made it...

Once it was dim...My heart was timid and my footsteps were pooped.. And then you came. Made me believe.BELIEVE... First time in my life, I don't hesitate but i keep on walking... This time i want to take it to the end of time... You exist in me. You have always been... Hold my hand. Heaven is a place on earth with you...

4 Mayıs 2012 Cuma

Cafe de Flore

Cafe de Flore... İzleyince kalpte buruk bir tat bırakıyor.Belki biraz göz yanması.Düşünce üşüşmeleri ile ürperiş...Ve Sigur Ros ve Pink Floyd müzikleri.Yine C.R.A.Z.Y 'nin yönetmeni Jean-Marc Vallée'den...Yine enteresan bir senaryo.Spoiler vermiyorum.Sadece on puan veriyorum.

1 Mayıs 2012 Salı

Koku

Koku bedenin imzasıdır bence.Yürürken,dokunurken,konuşurken veya gülüşürken ne olursa olsun fark etmez kokunuz da iletişime katılır.Karşınızdakinin aklında çağrışımlar yaratır,kimi zaman büyüler kimi zaman rahatsız eder bazen de hiç farkında olmadan uzaklara götürür.Kokularla seyahat edebilirsiniz.Aklınızdaki bilinmezleri provoke eder kimi zaman ise hüzün verebilir size. Kokularla aram her zaman çok iyi olmuştur.En çok sabunsuları,vanilyalıları,baharatlıları ve meyvalıları sevdim... ve bu ise İngiltere'den gelirken bavuluma sıkıştırdığım masalsı bir sabun...Köpüğü vanilya kokan ve saatlerce kendimi en güzel orkideymişim gibi hissettiren...

29 Nisan 2012 Pazar

bir zamanlar

bir zamanlar günde iki kez vapur yolculuğu yapardım,captain black içince başım dönerdi,kızılderili takıları takardım,analog fotoğraf makinası kullanırdım,odama martılar dolsun isterdim,saman kağıda yazardım,Haydarpaşa'da arkadaşlarımla buluşur,sabahları şarap içerdim... bir zamanlar kız kulesinin önünden her geçişimde vapur dursun isterdim...

bahar

ve petal düşler.

13 Nisan 2012 Cuma



ve çocuklar güzeller...çok güzeller...

condemned to vegetate



"Mind's black eyes should break the lies!"
Distorted pictures are all
transparent to us,
phantasmagoria... such a useful weapon,
ineffectual against us, enemies,
with the knowledge of truth...
...truth makes me sick,
what a wretched play!

11 Nisan 2012 Çarşamba

Bir gün herkes...



ufak bir zaman kırıntısına ayağım takılsa da paralel evrenlerimde yaşayan bir başka benle köşe başında çarpışsam diyecek...

26 Mart 2012 Pazartesi

we all are sometimes fragile

görelilik kavramına göre objenin vektörel hızı, ışığın hızı ve bir de güçlü yerçekimsel alanların gücü ile ilişkilidir. Bu yerçekimsel alanlar zamanın ilerleyişini yavaşlatabilir, ve bir o kadar da gözlemcinin hareket durumuna bağımlıdır. Bu nedenle de zaman evrensel değildir.
Şimdi sek kahvemin tadının keyfi kütle uzay zamanımda yeterli eğriliği yaratabilirse zaman benim için hızlanacaktır.
Teleskopum vardı.Onu verandaya çıkarıp yıldızları ve uzayı izlemek,evimin yakınlarında puhulayan baykuşu dinlemek ve biraz da Martini içmek istiyorum.
hepinize aklınızı başınızdan alacak güzellikte kurgusal rastlantılar diliyorum.Dün gece evrenin kurgusal zekasının zerafeti beni yine büyüledi.Burnumun ucunda yaşayan bir başka balina-baykuş ruhu keşfettim.Tam da sessizlik dışarıda öten baykuşun puhusu ile yırtılırken hem de.
Karanlıkta buluşup birbirimize küçük hediyeler verdik.
Ben ona Atina'dan aldığım güneşi bedeninde hapsedebilen bilge baykuş oyuncağımı o da bana baykuşlar ve balinalar için yaptığı melodileri verdi.
ve bizler kimi zaman süt bıyığı,Meg Ryan ve küçük bir uğur böceği kadar kırılgan olsak da zarif bir kurgu yanaklarınızı acıtacak kadar gülümsetebilir yüreklerimizi...

25 Mart 2012 Pazar

balderdash

Hayatımdaki ve hayatımdan giden E.lere:

sevgili E.
kan kaybediyorsun.sanırım midemi bulandırmaya da başladın.

Sevgili E.
seni dinliyorum aslında.bazen çok yorgunum ve bu yorgunluk zihnime puslu bir perde kapatıyor.o yüzden katatonik bakışlarım olabiliyor.

sevgili E.
çok yakında yanına geliyorum.bavulumda bir şişe likör ve yüreğimde pırıl pırıl bir sevgiyle.

Sevgili E.
iyi birisin.ve hepsi bu.

sevgili E.
hava ısındı.akın balık'ta rakı balık yapacağız.ama sanırım muhabbetin beni sarmayacak.öyle hissediyorum.

sevgili E.
astronomiye olan merakın uzaylılarla kısıtlı değil.bu çok güzel.ayrıca benim gibi passcode'ların var bu da muhteşem bir bonus.ama...ama işte...

sevgili E.
az önce, yıllar önce hayatımdan çıktığın için Tanrıya kocaman bir şükran yolladım.

Hatalarımızı en çok onları artık daha fazla önemsemediğimizde severiz.
Yaş almanın en güzel yönü ise hatalarımızı unutma gücümüzün hızlanmasıdır.
Yarın Pazartesi.Başlayacak ve bitmek zorunda olan bir başka gün.Hepsi bu.

17 Mart 2012 Cumartesi

kyblmk



bunu dinlerken kaybolmamak çok zor.
tut elimi iç sesim.
acil ruh.
hepimize.

11 Mart 2012 Pazar

Uykusunda bile düşünen bir balina ne kadar yanılabilir?

Bir hikaye yuttum.Sindirene kadar kalbim uyuyacak ve gözlerim açık kalacak.Uykularım eskiden fırından yeni çıkmış poğaça kadar tazeydi benim...
Şimdi soruyorum:Uykusunda bile düşünen bir balina ne kadar yanılabilir?
Balinalar tam olarak uyumazlar. Bizim gibi derin uykuya dalamazlar. Çünkü soluk alabilmek için düşünmeleri gerekir. İnsanlar ve diğer birçok memeli, otomatik olarak (istemsiz) soluk alırken, balinalar otomatik olarak soluk almazlar. Bu yüzden eğer suyun içinde uyurlarsa boğulabilirler. Balinalar uyumak yerine kısa kısa kestirirler. Su yüzeyine yakın bir yerde beyinlerinin yarısı ile uyurlar. Beyinlerinin diğer yarısı soluk almak amacıyla uyanıktır. Bir süre sonra uyanık olan taraf uyur. Beynin diğer bölgesi soluk almak için nöbet tutar.
Deneyin: Gözlerinizi kapatarak kendinizi yorganı başına çekmiş uyuyan bir balina olarak düşünün. Bütün dikkatinizi soluk almaya verin. Sayarak on kez soluk alıp verin. Gözlerinizi açın.
Bunu her uyuduğunuzda yapmak zorunda olduğunuzu hayal edin. Ne kadar zor olurdu değil mi? Ama balinalar bizden farklı canlılar olduğu için bunu yapabiliyorlar.



Tuhaf bir not:Sevdiğin birinin dinlediği müziği dinlerken onun tam olarak ne hissettiğini anlaman için harcanan çaba şarkının heba olmasına sebep olur.

Canım annem,senin toprağından doğmuş olmak ne kadar güzel...Ve sen bugün ilkbaharın gelişi kadar güzelsin...Kalbin ve bedenin daima yeşil kalan ağaçlar gibi taptaze olsun...

5 Mart 2012 Pazartesi

anda belirmek azcık ta delirmek,sakıncası yoktur tükenmenin...

Kalp te şişer bazen...
İçine tıkıştırılanlarla.
Yapısına uyumsuz bir şeyler içine dolmaya başladı mı hemen error vermez. Güçlüdür.Dayanır.Teknolojik ürünler gibi su aldı mı bozulmaz,daha da direnir,şişer şişer ama o an gelir-KUSURSUZ bir altüst olma dürtüsü ile,-ne olduğunu anlamadan,çarpık bir çaresizlik,ruhtan yükselen kaynamalarla infilak eder.
Neden böyle oldu dersin.Cevabını en doğru bildiğin şeydir aslında bu.Bazen cevabını çok iyi bildiğimiz şeyler,cevabını hiç bulamadıklarımızdan daha da çok ürkütür bizi.Bazen en çok cevabını bildiklerimizin yalana dönüşmesini isteriz.Bile bile kendi yalanlarımıza inanmayı isteriz,seçeriz,beceririz...en beceriksiz halimizdir o...
Bu halin çok görkemli bir hali vardır aslında...Bunu göremeyiz genellikle.İnsanımsı yanlarımızı ayıplamaların volümü arttıkça suçlu suçlu çökeriz olduğumuz yere,üstümüze de geceyi örteriz.Göremeyiz ki geceden daha da karanlıktır aslında kalbimiz...
En çok kaybederken sahip olduklarımıza sarılırız.İşte bu kalbin infilakının en kudretli sebebidir.Oysa bazen herşeyi kaybetmek,herşeyden vazgeçmek en temiz halimizdir.Ne kalmıştır ki daha? Ne kalabilir ki? Kim korkutabilir ki?Kaybedersin.Diptesindir.Sonrası çıkıştır.Daha düşecek yerin kalmamıştır.
Kalbimiz karanlıkken aydınlık planlar yapmak kendimizi en kuytuda sıkıştırıp becermektir aslında.Kimsenin haberi olmaz bundan.Olsa sanki önemli bir şeymiş gibi gelir ama önemsizdir aslında...Önemli olan şey içimizdeki bitişlerin bizi ele geçirmiş olduğudur.Virüstür bu.
Yüreğinin ışıklarını aç,rehberin olsun.Sakın korkma.

Hayatı öğrendiğimiz kitaplara,keskin huzura,
mayalandığımız ıssızlıklara ve uykusuzluktan beyin hücrelerimin kıvrımlarının değişen renklerine selam olsun.

26 Şubat 2012 Pazar

CRR'ye konserlere araba ile gideceklere bir uyarı

Cuma gecesi Jan Garbarek Group konseri enfesti.Şunu söyleyebilirm ki Trilok Gurtu performansı ile bütün izleyicileri büyüledi.Perküsyonun Tanrısı olsa bu kişi kesinlikle Trilok Gurtu'dur bence.
Hiç sözlerle konuşmadılar çünkü dinleyicilerle iletişim kurmak için sadece müzik vardı ve iliklerimize dek işledi o melodiler.Biletler bitmeseydi aynı konseri bir kez daha ertesi gün izleyebilirdim.O kadar içime işledi müzik.
Çıkışta tatsız bir olayla karşılaştık.CRR nin 2 aylık bülteninin son sayfasında İnter Kat otopark'ın konser izleyicilerine sabit ücretin 8TL olduğu yazıyordu.Otoparka gittiğimizde konserden çıkan insanların oluşturduğu uzun bir kuyruk vardı.O yazıyı okumayan izleyiciler kaldıkları saatin ücretini ödüyorlardı,gişedeki görevli hiç kimseye bunu hatırlatmadı.Hatırlatmasına bile gerek yok zaten.Bir çoğunun ellerinde biletleri vardı ve burada yapılabilecek ufak bir hatırlatma bir iyi niyet göstergesi olacaktı.Ama bu yapılmadı. Üstüne üstlük bizden kaldığımız sürenin ücreti alındı.Bir yanlışlık olabilir belki bu otopark değildir diyerek istenen ücreti verdik.Bu arada görevliye "biz CRR de konserden çıktık,indirimli otopark neresi burası değil miydi?" diye sorunca sanki Sırpça konuşuyormuşuz gibi bizi anlamazdan geldi ve sinirlenerek elimize otopark makbuzunu sıkıştırdı. Tekrar aylık ajandaya baktık ve indirimli otoparkın bu olduğunu görünce gişe görevlisine gidip "neden 8TL almanız gerekirken,bizden ve diğer insanlardan fazla para alıyorsunuz? diye sordum. Tersleyerek "ben nereden bileyim konsere gittiğinizi"diye laf kalabalığı yaparak bir de bizi yalancı durumuna düşürmeye çalıştı.Bütün bunları yaptığı yetmiyormuş gibi elimden konser biletimi de aldı ve bu bilet burada kalıyor dedi.Ömrümde böyle bir uygulama görmedim ben.Zaten muhtemelen o an paniklediği için bilete el koyma gereği duydu ki bu da ayrı bir şikayet konusudur.
Böyle küçük hesaplarla kandırılan,mağdur edilen sevgili Türk halkı.Etrafta çok fazla uyanık var.Hakkınızı yedirmeyin.
Mutlu Pazarlar.

21 Şubat 2012 Salı

Jan Garbarek Group Konseri


Sabah uyku sersemi yatağımdan çıkmadan şöyle bir güncel haberlere bakarken Jan Garbarek ve Trilok Gurtu gibi iki muhteşem caz ustasının konserinin bu cuma ve cumartesi olduğunu gördüm.Kaçırırsam çok üzüleceğim bu konseri son anda yakalamanın mutluluğu ile hemen biletimi aldım.Cumartesi günü çok dolu olduğu için yan yana koltuk bulmanız çok zor Cuma günü için zar zor yer buldum.Ekip şu şekilde.
Jan Garbarek: Saksafon
Rainer Brüninghaus: Piyano
Yuri Daniel: Bas
Trilok Gurtu: Perküsyon
Bu muhteşem konseri kaçırmak istemiyorsanız elinizi çabuk tutmanızı öneririm.Bu cuma caza doğmak için muhteşem bir cuma.

12 Şubat 2012 Pazar

canon efs 18-200 mm lens



Ben bu lensi şimdilik lenslerin ferrarisi ilan ediyorum ve şöyle diyorum.
Bütün tatların,kokuların ve renklerin buluştuğu ve birbirine karıştığı bir tabak hayal edin.Tatları kokuları bozulmadan dilediğiniz zaman yiyebiliyorsunuz.Canon 18-200 mm lense sahip olmak böyle bir şey.Her anı dilediğim gibi renklerini kaçırmadan ve çok yakından yakalayabiliyorum.Malesef internette hakkında fazla bilgi yok ama umarım bu dediklerim size bir fikir verir.
bir kere 11x optik zum yeteneğine sahip yani tele-foto lens dolayısıyla çok sayıda lensi içinde barındırıyor yani farklı lensleri bir arada taşıma zorunluluğunu ortadan kaldırıyor.EF-S 18-200 mm f/3.5 - 5.6 IS objektif yeni EOS 50D, EOS 1000D, EOS 450D ve daha önceki modeller gibi EF-S lens yuvasına sahip olan EOS serisi fotoğraf makineleri ile birlikte kullanılmak üzere özel olarak tasarlanmış. Canon EF-S 18-200 mm f/3.5 - 5.6 IS objektif 12 grup halinde 18 elemandan oluşan bir yapıya sahip. Bu yapı içerisinde, renk sapmalarını minimum seviyeye indiren ve tüm zum mesafelerinde köşe kısımlara kadar zengin ve keskin detayları garantileyen UD ve asferik lens elemanları da bulunuyor.otomatik odaklanma ve görüntü sabitleyici özelliği var.Geniş açı bir telefoto lens oluşu sayesinde çekmek istediğiniz ve uzakta olan nesneleri tıpkı bir dürbün gibi yaklaştırıp net bir görüntü elde edebiliyorsunuz. Lens alırken f değeri sabit ve düşük olması elbetteki görüntü kalitesi hakkında size ipucu verecektir.Mutlaka lens koruyucu almanızı öneriyorum.Tiffen in lens koruyucularından oldukça memnunum bir de lens parasoleyi almayı düşünüyorum çünkü biliyorsunuz lensler çok hassas ve direk güneş ışığından korumamız lazım. Tabi görüntü netliği de cabası.
Elbette bu lensle 50mm lens gibi kısık diyaframla hızlı görüntüleri bile net çok net yakalamanız mümkün değil ama bazen yakalamak istediğiniz kareden olan uzaklığınız fotoğrafınızı amacından saptırabilir bu yüzden bence 18-200 mm gibi zoom özellikli bir lens ile detayları daha hızlı ve net yakalayabilirsiniz.Hala iç mekanlarda özellikle -karanlık yerlerde- zoom suz ama net fotograflar çekmek için 50mm bir lens almayı düşünüyorum. Canon 50mm lens fiyatları 300 TL civarında oldukça ekonomik ve az yer kaplıyor.18-200mm lenslerin fiyatı ise 1600-1700 tl civarında.
mutlu pazarlar

31 Ocak 2012 Salı

Bedazzled in London


istanbul kara teslimken ben burada bir haftadir Londra'da az gunesli,neredeyse yagmursuz ama cok soguk gunler yasiyorum.Sesler,insanlar ve kokular Avrupa sehrinde oldugumu hissettirirken arada sokakta gordugum tilkiler beni sasirtiyor.Kedisiz ve kopeksiz kent Londra...3,5 sene sonra tekrardan Soho'da vintage dukkanlar geziyor,Camden Town da cilgin punk ve gotik ruhunu hissediyor'Portobello pazarini butun detaylarinla inceliyor ve cin mahallesinde daha once hic yemedigim cin yemeklerini yiyorum.Bu arada bu aralar Chinese New Year kutlaniyor.Tiklim tiklim sokaklarda spirituel dragon danslari yapiliyor ve gonglar tum gucuyle dragonu korkutmak icin caliniyor...
Yeraltinda yasayan sehir Londra'da surekli metroyu kullaniyorum.Metronun gelisinin kuvvetli ruzgari yuzume carparken bir ses duyuyorum ardima bakiyorum yasli bir zenci elindeki piyanosunda Mad World'u caliyor.Hayatin tatli anlarindan birini yasiyorum.Bermondsey'den Bayswater'a giderken bu yolculugumun sarkisi olarak belirledigim Bedazzled'i dinliyorum.Seyahat gunlugume notlar aliyorum."Tekilim...Tekil olmak her zaman hissettigim bir sey benim icin...Ozellikle birinin yanindayken hissettigim tekillik...Tam bir kandirmaca yumagi "bir" olmak..."

Ve burada yaptigim en guzel seylerden biri Brixton Academy'de yakaladigim Explosions in The Sky konseriydi.
Bu konser icin tek bir kelime yetiyor.OLAGANUSTU.Artik "The Only Moment We were Alone" u dinlerken aklima Brixton Academy'nin muhtesem konser alani ve Ingilizlerin konserlerde ne kadar edepli oldugu gelecek.Konser saatleri sinema saatleri kadar dakik.En iyi gruplar bile tam zamaninda cikiyor ve zamaninda bitiyor.Bis yapmalari yasak.Yani konser bitti demek gercekten bitti demek ve konser esnasinda veya bitince hic bir hengame yasanmiyor.


Bu sabah yagmur kendini gosterdi.Kisa bir sure sonra Istanbuluma donecegim.Daha cok sey var yazacak.
Karla beraber kalbinizin de temizlenmesini diliyorum ve sizi Londra soundtrackimin en onemli sarkisiyla basbasa birakiyorum.

22 Ocak 2012 Pazar

benanonim

uçuşa az kaldı.toparlanmak hep sancılıdır.Birisi beni ve valizimi toparlasa keşke.
kendime söz geçirmek çok tuhaf bir his.Kendinle elele tutuşmak gibi.

Anonim:aslında anonim konuşmak çok hoş bir şey bazen. herkes konuştuklarından yazdıklarından bir şeyi üstüne alınabiliyor ama asla emin olamıyor.

16 Ocak 2012 Pazartesi

hmm

la boheme


polyvore la boheme koleksiyonum.

Anouar Brahem ve kifayetsiz kalış

Ve yine çok güzel geldi.Büyüleyici.Yaz gecesi serinleten kış geceleri ısıtan.Ilık bir çikolata tadı gibi damağımda tadın.Kulaklarımda ise yumuşacık bir melodi.Notaları tek tek ayrımsanacak kadar temiz.
Buradaydı.İstanbulda,CRR de.Yaşanacak güzel ve mavi şehrimde.

13 Ocak 2012 Cuma

dipnot



çok yazmak geliyor ta içimden.
herkesin özenerek sahip olduğuna hevesleniyorsan,sen de sürüye hoşgeldin...

12 Ocak 2012 Perşembe

itinayla k.....

gün içinde tüketilen chai aromalı 5.yeşil çay.
seyahat günlüğümden rastgele bir sayfa açıyorum.selanik-atina treninde yazılan bir yazı.
"otoban göründü.gölge gibi kaçtıkça hızlanıyor,bir başına kalıp kimden kaçtı en çok?kendinden başka?okuyorsun anlamak için ama anlamakta olduğun şey anlaşılamayanlardan ibaret iken,sen söyle kim kandırıyor kendini,"bunu bana mı yazdın?"derken içinden..."
ve bir sürü içki.uzo,whisky,gin,tekila.keramikosta öğlen yenilen sulu domuz etli yemek ve likör bardaklarında içilen şarabın keskin kafası,viktoria'da sarhoş sarhoş dolanmak ve Glyfada'da adalar gemilerini izlemek...
güldüren şeyler de vardı.çılgınca hareket eden minik inşaat kepçesi ve kaybolduğumuz sokaklar.
geçen gün-tam cihangirin dar bir sokağından İstiklale çıkarken- adımı unutacak kadar sarhoş olup günlerce sızmak istemiştim.kısa bir süre.
yaşam size de bazen baş ağrısı veriyor mu? gözlerimi kapayıp Arborea dinlerken dün gece,kar yağmasını dilemiştim.Oysa şimdi bir başka lodos.Bizi sersemletip ısıtacak hafiften.
sayfaları çeviriyorum.bir başka yazı.Chris Isaak "Blue Spanish Sky" uçağımın kalkmasına 1 saat var. gözlerimi kısarak mavi ispanyol göğüne bakıyorum aynı şarkıdaki gibi.Bir sigara yakıyorum nedensizce.Now she's gone, our world has changed.
Watching a blue sky, thinking of rain.
Gülümseyerek içime çekiyorum dumanları...İspanyayı terk edip geceyi portekiz'de geçirecek olmak tuhaf bir huzur veriyor.şarkıyı tekrar dinlemek istesem de şarjım bitiyor.umursamıyorum.nadir içilen sigaranın başımı döndürmesi hoşuma gidiyor.İzlendiğimi fark ediyorum o anda. Keten takım elbiseli İspanyol sanki şarkıyı benimle beraber dinlemiş gibi dingince gülümsüyor...
ve bugün etrafı toparlarken yazın Plaza Real'de çocuklarının fotoğraflarını çektiğim Andrea'nin adresini buluyorum.Gecikmiş fotoğrafları yollarsam ne kadar sevineceğini düşünüyorum.Evet sanırım bu gece yapabileceğim en güzel şey bu.
Oysa kimi zaman bir yerlerden anlatmaya başlamak
aslında bir başka şekilde susmaktır.

8 Ocak 2012 Pazar

Kadınlar nasıl terk eder?

Kadınlar giderken çok sessizdirler.
Karşında oturuyor zannedersin oysa oturan şey sadece hayalidir. Az bir süre sonra seni terk edecek olan ve bir başka uzay zamanında aslında çoktan o masadan kalkmış olandır.
Hala seni seviyor zannedersin oysa kalbi bir başka uzay zamanında çoktan seni terk etmiştir.
Gökyüzüne bakıp ölmüş olan yıldızları hala görüyor olman gibidir bir kadının terk etmesi. gittiğini anlamak için ışık hızı kadar kuvvetli bir kalbin yoksa guguklu saat kuşunun ızdıraplı yavaşlığında geçecektir zaman onun gidişini anladığında.
Kendinden emin gülüşünü yüzünde donduracaktır gidiş. Sen karşında az önce oturanın o kadın olduğuna dair en sevdiğinin üzerine yemin edebilirsin ama bunun değiştireceği en son şey,
gidiştir.
gitmiştir işte.
öyle.

4 Ocak 2012 Çarşamba

sizin rüyanıza hiç zeki müren girdi mi?

Sabaha karşı kulağımda tatlı bir ezgi vardı. Zeki Müren en güzel tonuyla bana bir şarkı söylüyordu. gözlerim kapalı dinliyordum.Ilık bir rüzgar.Belki eski zamanlardan birindeydim,bir gazinonun çay bahçesi,beyaz demirden sandalye ve masalar.Şunları diyordu:

GÖZLERİN İLAN-I AŞK
SÖZLERİN İLAN-I TERK

uyandığımda saat o4:48 idi.Hemen bu sözleri bir yere not ettim.Çok sevdiğim Zeki Müren bana ne demek istemişti?

Gözlerin yalan söylemiyor sözlerin ise beni durmadan terk ediyor demekti bu belki de...
Eğer aşıksanız ,Yormayın kendinizi;birbirinizi
Bir deniz bulun bir de rüzgar
ve bir de parçalanacağınız bir uçurum...Sevgilim demeyi öğrenin...
nietzsche yıllar hepinize.

Zamanın kaydı

 Ağustos'ta yeniay, evinin arkasından doğarken eğer tanrılar sana gülümserlerse, eşinin badem ağacının altında, bir başkasının düşlerini...