30 Ağustos 2010 Pazartesi

Falling from Trees ve Peter Broderick



Londra'da yaşayan kareograf sanatçısı Adrienne Hart psikiyatri hastanesindeki bir adamın yalnızlığını,kimlik arayışlarını,kaosunu ve halüsinasyonlarla çevrelenmiş düşlerini Falling From Trees isimli modern dans gösterisini izlerken bundan neden bu kadar etkilendiğimi anlamak zor değildi aslında.En büyük faktör elbette müziklerdi.Olafur Arnalds tutkumu körükleyen ekürisi Peter Broderick'ten başkası değildi.1987 doğumlu bu genç müzisyen piyano ve telli çalgılarla çok minimalist,sakin ve huzur verici çalışmalara imza atıyor.Serin İstanbul sabahında,verandada oturup Enis Batur okuyup günün ilk kahvesini içerken bana eşlik eden Bay Broderick'e olan minnetimi bu mini yazıyla içselleştirmek ve daha önce Broderick dinlememiş olanları da hafifçe uyandırmak istedim.

21 Ağustos 2010 Cumartesi

Kayıp giden küçük yıldızım E'ye...




KÜÇÜK YILDIZIN SON BALADI

Samanyolu, çobanın peşinden giden bir sürü gibi, göğün yamacına tırmanıyordu. Sürüdeki en küçüklerden biri, bu gümüşi döngüden ve dinginlikten öteye geçmeyen yolculuklardan bıkmıştı artık. Huzursuzdu. Sıkıntının tırnakları, bir yerlerini sürekli kanatıyordu. İşte böyle bir gökgününde, sürüden sessizce ayrıldı. Evinden kaçan kısa pantolonlu afacan bir çocuğa benziyordu küçük yıldız. İpinden kopmuş küçük bir uçurtma gibiydi. Hoplaya zıplaya uzaklaştı sürüden. Boşluğu ve birbaşınalığı duyumsadı birdenbire. Arkadaşlarından öğrendiği bir evren türküsünü mırıldanmaya başladı. Bir yandan da ayrıldığı sürünün, bütün bir ömür, evrenin kıyısında yaşamaya nasıl katlandığını merak ediyordu. Şaştı kaldı bu işe. Yıldız aklının hayalsiz olabileceğine inanmak istemiyordu. Sonra unuttu bütün bunları. Geleceği, geçmişi ve her şeyi...Ve şöyle düşündü küçük yıldız:

Evren yalnızlıktan da küçükmüş
Düşlermiş asıl sonsuz olan



Zaman, kar kristalleri gibi ayağına batsa da, yolculuk duygusunun esrikliği gizemli bir tada dönüşüyordu gittikçe. Saklı vadileri keşfetti küçük yıldız, karadeliklerde dolaştı. Ateşarabalarına binip manyetik rüzgarlar denizine indi. Başına belalar açmada gittikçe ustalaşıyordu artık. Kendine yönelmiş bir tehdit gibiydi. Asteroidlerin meteor yağmurlarına uğramış bedenleri delik deşikti. "Ölüm" dedi küçük yıldız, "Ölüm beni çirkinleştirmeden yok olma yollarını öğrenmeliyim". Sonra öteki galaksilerin uğuldayan rüzgarlarına yöneldi. Nebulalar arasından kayarken bir yandan da türküler söylüyordu, yıldız türküleri.

Evren umutlardan da küçükmüş
Mutsuzluk daha büyükmüş meğer


Küçük yıldız, sönmüş yıldızlar arasından geçerken, terkkettiği sürüyü anımsadı bir ara. Arkadaşlarını, ışıkışığa neşeli dostlarını düşündü. Büyücüleri, bilicileri anımsadı. Dönse ömrü uzayacak, hızla yitirdiği ışığını yenileyebilecekti belki. Ama oraya dönmeyi bir kez bile aklından geçirmedi. Işığının, elmas tozları gibi bedeninden dökülmesine aldırmadı. Çevrenini kendisi yaratmalı, kendisi yok etmeliydi. O hiçbir zaman sönmüş yıldızlar mezarlığına gömülmeyecekti. Gerektiğinde kül olup savuracaktı kendini. Diğer yanda samanyolu küçük yıldızın kaybolduğunu yüzlerce ışık yılı sonra ayrımsadı. Ama binlerce ışık yılında açtığı keçi yolundan çıkıp da onu aramaya yanaşmadı. İmkansızı denemeye kalkmıştı o:

Evren
Sekizinci renge sarınan
Metaforlarmış meğer


Karanlık bölgelerden geçiyordu küçük yıldız, bir ateş böceği kadar kendine yakın, kendine uzaktı. Kendini, evrenin öteki kıyılarına sürükledi sonra. Yıldızların düş kurdurucu olduklarını ama artık düş de kurmaları gerektiğini duyumsadı. Yıldızların da ütopyaları olmalıydı. Ama bir yandan tükeniyordu küçük yıldız. Hızla, ışık hızıyla tükeniyordu. Karadelikler onu yutabilir, sönmüş gezegenler kendine çekebilirlerdi. Büyükbüyüklerinin masallarındaki gibi tehlikeler ortasında kalabilirdi. Umurunda bile değildi bütün bunlar. Yaşıyordu, ölümlüydü ve firariydi, hepsi bu...

Evren hiçlik'ten de küçükmüş meğer
Yaşamı ve ölümü ezberleyecek kadarmış



Sonra bir ışık yılında, yırtılmış ozon tabakasının altında Dünya'yı gördü. İnsanlar, çamur içindeki larvalara benziyorlardı. Küçük yıldız dehşetle baktı aşağıya. İşte tam o an ayağı bir meteora takıldı ve kaymaya başladı. Düşüyordu. Tutunabileceği birşey yoktu evrende. Tutunmak da istemiyordu zaten... Işığa ve kendine veda etmenin vakti gelmişti. "Vedanın anlamı ne" diye düşündü sonra. Anlamsızdı. Dünya'ya inme duygusunun bir biçimiydi veda. Bir yandan da kaymaya devam ediyordu. Son çabasını aşağıdaki Dünya kirliliğine düşmemek için harcadı ve kılpayı kurtuldu bundan.

Evren
Küçük bir okyanusmuş meğer
Kıyısında yelkenliler batan



Kendini gök uçurumuna bırakırken küçük yıldızın son baladı şu oldu:

D ü ş lü y o r u m...

t o z l a ş a r a k

d
ü
ş
l
ü
yo
rum...
Dünya olmasın da!
Meleklerle uyu küçük yavru...Cennetin en renkli oyun bahçelerinde en güzel oyuncaklarla oyna şimdi...

14 Ağustos 2010 Cumartesi

BODY WORLDS



Sonunda uzun zamandır gitmek istediğim İstanbul Modern'deki BODY WORLDS sergisine gittim.Dr. Gunther von Hagens’in plastinasyon tekniği ile dönüştürdüğü cesetleri yakından izleme ve hayretlerle izleme fırsatı buldum.İnsan bedeninin ne kadar fani olduğunu,yaşlanmanın ancak ertelenebileceğini ama önüne geçilemeyeceğini bir kez daha anladım.Fetus içindeki 3 aylık bir bebeğe hayretle bakıp,beynimizin kıvrımları düzleştirilirse 1,5 metrakarelik bir alanı kapsayacağını bile öğrendim.Bir başka ilginç tez ise aslında sanıldığı gibi beynimizin %10 unu değil tamamını kullandığımıza yönelik olan bilgiydi.Bedenlerini bağışlamış onlarca insanın 5 işlemle:anatomik diseksiyon,vücut yağı ve suyunun çıkarılması,zorlu emdirme,konumlandırma ve kürleme ile bedenleri plastize ediliyor.Sergide bedenimizin her parçasını hatta tümörlü ve hastalıklı hallerini görmek mümkün.özellikle sigara içenlerin bu sergiye gitmesini kesinlikle öneriyorum.akciğerlerin sigaradan nasıl kurşuni gri bir hal aldığını görünce her sigaradan önce bir kez daha düşüneceklerini umuyorum.Bedenini öldükten sonra bağışlamak isteyenlere belirli şartları içeren bir sözleşme imzalatılıyor.Bu sözleşmeye online da ulaşmak mümkünmüş.İstanbul Modern antrepo 3 teki sergi 17Aralığa kadar devam ediyor.

11 Ağustos 2010 Çarşamba

perseid meteor yağmuruna hazırlanalım!



10-14 Ağustos tarihleri arasında gökyüzünde şölen var!Bu olağanüstü perseid meteor yağmuru(akanyıldız yağmuru) dünya’nın Swift-Tuttle kuyruklıyıldızının geride bıraktığı kaya bulutunun içinden geçmesiyle oluşuyor. Bu kalıntı göktaşlarının bazıları saatte 11 ila 72 km hızla Dünya atmosferine giriyor ve alevlenerek ışık saçıyor.Bizlere de bu enfes gök şölenini izlemek kalıyor.Özellikle 12 Ağustos gecesi bütün ihtişamıyla görüleceği söylenmekte.Tam 2,5 aydır bu günleri iple çekiyordum!Eski bir inanışa göre aziz Laurentius'un gözyaşları üstümüze dökülecekmiş.Varsın dökülsün...

10 Ağustos 2010 Salı

down by the water cover

Stüdyo çalışmalarımız devam ediyorken yaptığımız cover şarkıların bazılarını burada yayımlamaya karar verdim.Bu en son cover çalışmamız olan Down By the Water'ın
(pj harvey)yaratım sürecinde çok sevgili MrO her zamanki gibi şarkıyı masterlarken harikalar yarattı ve titizlikle çalıştı.Ayrıca Myspace'teki bazı arkadaşlarımın blogumu izlediğini bilmek beni çok mutlu etti,hepinize teşekkür ederim.Kızkardeşim ve MrO'nun çalışmalarını kendi myspace sayfalarından takip ettiğiniz için de ayrıca teşekkürler,sevgiyle kalın.


neden "Wings of Desire?" - bir rüya teması ?

çünkü ruhun siyah beyaz olsa da, akan kanın  hâlâ  kırmızı.