29 Nisan 2022 Cuma

Nisan.

 Kocaman Barbet cinsi köpeğiyle her sabah yürüyüşe çıkan adam beni görünce dalgalı kır saçlarını eliyle tarayıp belli belirsiz tebessüm ediyor. Nasıl bir denk gelişse her gün arabayı park edip indiğimde karşımda buluyorum. Neden Barbet? diye içimden soruyorum her gördüğümde. İkisi birlikte absürt denecek bir uyumsuzluk içindeler. Sonra adam cebini yokluyor. Köpek ödülü kurabiyelerden çıkarıyor. Dev Barbet, itaatle yere çöküyor, sahibinin fırlattığı kurabiyeyi bir lokmada yutuyor. Bu sahneye tekrar tanık olmak istemiyorum çünkü sonrasında yine aynı şey oluyor. Dalgalı kır saçlı adam bana bakıyor, plakamı okuyup belli belirsiz tebessüm ediyor. Maskemi takıyorum. Tebessüme karşılık vermiş olabilme ihtimalimle baş başa bırakıyorum adamı ve dev Barbeti. Bazı insanlarla karşılaşmak sizde de tekinsiz hisler yaratır mı? Ben de yaratıyor. Kablosuz kulaklıklarımın sesini daha da açıyorum. Müzik hep olmalı, adımlarıma eşlik etmeli. Harmony Korine çalıyor. Enteresan bir şekilde acayip klipinden başka aklımda hiçbir anısı olmayan bir parça. Halbuki benim yaşamımda ilmik ilmik işlenen anı kodlarının hepsinin bir şarkısı vardır. Sabahın serinliğini göğsümde hissediyorum. Mevsimine göre giyinmememin bedelini göğüs kafesime dolan serin rüzgarla ürpererek ödüyorum. Fermuarımı çekiyorum. Güneş gözlüklerimi takıyorum. Güneş yok. Sabah yedi on beş. Gereksiz göz temaslarının gardiyanı olan gözlüklerim beni birkaç lüzumsuz selamlaşmadan kurtarıyor. Binanın içi sıcaklığı ile içimi ısıtıyor. Gece koltuklarda sızmış kediler, uykulu bakışlarla tembel tembel miyavlıyorlar. Bir kedi gibi her yerde kıvrılıp uyuyabilmek bu hayatta en çok istediğim şeylerden biri. Yatağı rahatsız diye terk ettiğimiz sayısız otel odasını hatırlıyorum bir anda. Princess and the Pea hikayesindeki o gerçek prenses gibi yataktaki en ufak bir falso beni hayattan soğutabiliyor. Pelion'daki berbat yatak geliyor aklıma. Booking'de 9.9 puan gözüken efsane otelin, içi yünler ve çaputlarla doldurulmuş korkunç yatağı... Sıcaktan ve çaresizlikten ağlamaya hazırken, T'nin elimden tutup. "Haydi denize girelim, çıkınca rakımızı içip yemeğimizi yiyelim akşam üstü serinliğinde rahat yataklı bir otel bulup orada uyuyacağız" deyip içime serin sular serpmesiyle o çaresizlik yerini huzura bırakmıştı. Benim yaşadığım küçük krizleri, gereksiz korkularımı ve paranoyalarımı hep serinkanlı ve aklıselim sözlerle yatıştırmayı bilen canım T.' me sarılıp, ufunetlerimin serin mavi Ege sularında yok oluşuna tanık olmuştum o gün bir kez daha... 

Bazı insanlar otobüste, uçakta veya trende de aynı kedi gibi kıvrılıp uyuyabiliyor. Bu insanların uyku hikayelerini hep merak etmişimdir. Anneleri onları bebekken nasıl uyuttu? Uykuyu nasıl bu kadar sevdiler? Omurgaları nasıl bu denli sağlıklı? Bu insanların kedilerle bağları olduğunu düşünürüm hep. Kedileri seven insanlar her bulduğu yerde uyuyabilme performansına sahip olabilirler. Berbat bir korelasyon ama tecrübemle doğru orantısı şüphesiz.

Merdivenleri hızla çıkarken, düzenli yürümenin dizleri ve bacakları hafiflettiğini düşünüyorum. Çıkarmaya henüz hazır olmadığım N95 maskemin içinde hafif nemlenen ağzım ve burnum canımı sıksa da merdivenden çıkarken hiç tıkanmayışım keyfimi düzeltiyor. Şiddetle B.'yi görmek istiyorum. Ona anlatacak hep çok şeyim var. Zaman ve mekanı büküp açtığımız o derin sözcükler tünelini düşlüyorum. Birden karşıma çıkıyor. Kafasının tepesindeki dev topuz, sorgulayıcı baykuş bakışlarıyla üstümden geçen geceyi okumaya çalışıyor. Onunla konuşurken bazen kimin konuştuğu belli olmuyor. Kafaları açan sorular, rüyalar, duyulan sesler, kozmik frekanslar, doğa, insanlar, insiyeler, sesler ve şarkılar hepsi iç içe geçip düğümleniyor ve kendi kendine çözülüyor. Bazen olur olmaz tek elini göğsüne diğer elini de güneşe tutuyor. Anlattıklarımdan tükenen yüreğini türlü yöntemlerle şarj ediyor. Bana bir şarkı çal diyor. Müzik zevkimi ve ona verdiğim mesajları seviyor. Sonra yine boyutları reddeden sözcükleri havaya iliştirip sessizce tünele itiyoruz. 

Kendimi doğaya atıyorum sonra. Massive Attack, "Live with me" adımlarım hızlanıyor. Sümbüllerin bahçeye taştığı bahçeden birkaç sümbül kopartıyorum. Kokularını içime çekince sevdiğim birine sarılmış gibi oluyorum.


12 Nisan 2022 Salı

Aklındaki sesle okunacaklar.

 Bu bir kutlama mı? Belki. Günlerden beri bedenimde direnen ve beni tecrite sürükleyen virüsün son partiküllerinin de yok oluşuna içiyorum sanırım. Ağzıma aldığım Chivas önce sert Scotch kuvvetiyle tükürük salgımla birleşiyor, bu birleşim yutağıma giden yolculuğu hızlandırıyor. Yutağımdaki kaydırakta sessizce tüm aromasını bırakarak mideme doğru iniyor. Midemin bu kekre tadı özümsemesi saniyeler içince gerçekleşiyor. İşte tam orada ne oluyor biliyor musun? Öz suyumla birleşiyor, viski. Mide zarımdan kaçarak kanıma karışıyor. Kanıma karışan beher zerre viski damarlarımı genişletiyor, nabzım yavaşlıyor ve vücuduma rahatlatıcı bir sıcaklık yayılıyor. Bu sıcaklık düşüncelerimi yoğunlaştırıyor ve duygularımı yumuşatıyor. Filtreler, korkular, tereddütler ve saklanışlar... Hepsi ama hepsi kanıma karışan bu tatlı sert scotch tadının etkisiyle yumuşuyor, kırılıyor ve paramparça oluyor. Bu güzel bir his. Şimdi kopuk kopuk diyalog parçaları yüzüyor aklımda; istesem birleştiririm ama istemiyorum. Kaldığı gibi süzülsün istiyorum. Ölü kelebeklerin üstünü örtüyor alkol, daha da yüzeye çıkıyor kelebekler. Ölüler. Dirilebilirler diyorsun. İzin veremem, veremezsin, veremeyiz. Alırım veririm ben seni yenerim. Alamazsın veremezsin sen beni yenemezsin. Bu lanet olası oyunda hep yenildim ben çocukken, bu şu an aklıma geliyor. 

Kötü matematiğime güvenmeyip bugüne kadar saydırıyorum otomatik hesaplayıcıya. Alırım 18 yıl, veririm 3 ay, ben seni yenerim 16 gün olmuş. Sonra bunun üstüne 70'e kadar giderse diye saydırıyoruz. Yani ben 70 imin 12 Nisan'ında alırım 48 yıl, veririm 3 ay ben seni yenerim 16. gününde mi olacağım bu oyunun? Yaşlılıktan tek beklentim yeşil kadife bir berjer koltuk ve istediğim zaman istediğim içkiyi içecek kadar sağlık. Bunu biliyor muydun? Tabi ki aklıma hemen şu geliyor.

Bir anda acıyan gözlerime su serpilmiş gibi oldu. İstemiyorum beni ağlarken görmeni. Gündüz cesaret edemediğin bir ısrar var üstünde; direnmiyorum. 

-Kilo mu aldın sen? 

-Elini göster. 

-Elin büyümüş. 

48. yılda da muhtemelen kırışıklıklarımdan bahsedecek kadar patavatsız olacaksın ( ve ben yine önce sinir olup sonra gülüp geçeceğim) 

Gönlümü senden özgürleştiremiyorum diyorsun ama bir gönül bunca sevecek kadar daha nasıl özgür olabilir diye sormak istiyorum. Sormuyorum. Biliyorum çünkü böyle günlerin ertesinde çok kötü oluyorsun. Oluyorum. Sonra yine susmalar, tamam artıklar ama daha sonra bir gece yine kana karışan alkol ve... Alkolün yolculuğunu iyi biliriz, değil mi?

Bugün buraya sana yazamadıklarımı yazmak için oturmuştum. Bi bok yazamıyorum. Bak yine depar atıyorum ayaklarımı götüme değdirerek.  Belki pratik yapmam lazım bu konuda. Zamanı denk getiremedik diye bir şey yok bence. Denklik denkleşemeyince inşa ediliyor. Belki senin de yazman lazım. Aslında yazsan sen de. 



Zamanın kaydı

 Ağustos'ta yeniay, evinin arkasından doğarken eğer tanrılar sana gülümserlerse, eşinin badem ağacının altında, bir başkasının düşlerini...