PODCAST
21 Aralık 2012 Cuma
karlaşık
uyandım.Yürüdüm.Karda bata çıka.
Sokaktaki köpekleri izledim.Elimde tuttuğum ekmek torbasını göğsüme bastırarak yürüdüm.Sigur ros vardı yine kulaklarımda.White Night Wedding'deki Flatey kasabasındaydım bir an.Gözlerimi kırpıştırarak yürüdüm.Hiç gece olmayacak gibiydi.
Sonra masamın başına oturdum.Hava karardı.
Kar kokulu manzaramla başbaşa kaldım ve gökyüzüne,hubble teleskobuna,ismi bile olmayan nebulalara,kaybolmuş martılara ve dalları kırılan ağaçlara sessizce "şerefinize" dedim...
20 Aralık 2012 Perşembe
9 Aralık 2012 Pazar
gecikmiş bir mektup ve sigur ros dolu bir pazar
temelde bahsetmek istediğim şey kendine kalan yalnızlığı sevmenin doyumsuzluğu.yanında,önünde veya içinde seni tamamladığını düşündüğün şeyden bile arda kalan-arda kalan demeyelim bence,atık gibi bir şey değil,arka fon müziği gibi bir şey diyelim,süregelen ve eskimeyen- kendiliğinden bahsediyorum.alkolle terbiye edilemeyen o başıbozuk alt benlik gibi özgürce içinde zıplayan ama ayakları yere basan bir coşkuyla ruhunda topraklanan o sana kalan tek noktan." kendiliğin".
kendimi bavulumu toplayıp başka ülkelere savururken "kendiliğim"miş yanıma aldığım...yalnızlık sanmışım.Kendimiz olmayı çok unutuyoruz çünkü.Çok fazla kavramla karıştırıyoruz.Uyuduğumuz bedenin yanında da kendiliğimiz var,bir oluşlarda da...Oysa korkutucu bir şey gibi gözüküyor bu bazen.
Neden ben yokum hayatında? Neden hayatına dahil olamıyorum? diye sormuştun.Çok sonralarıydı beni "tanımamazlığının" ve ayrılık arifemizin başlangıcıydı...Kabul etmekte zorlandığın şey kendi oluşumdan sana kalan yalnızlıktı.Bunu yalnızlık olarak görmenin tek bir sebebi vardı: kendini bilmezlikle kapladığın korkuların...Avucunun içinde hep parmaklarına tutunacak bir kuş gibi kalacağımı düşünmen ve her nasıl becerdiysen o altın kalbinle beni durmadan eksiltmen...Çok kızmadım sana aslında.Sen de kızmadın. biliyorum.
Sonra ne mi oldu?
Hayallerime kavuştuğumu sandığım sanrılarla çerçevelenmiş bir kabus gördüm.Öncesinde bir krallık kurduk. Ktoorsk.Ben kraliçeydim.Hayallerin her rengi o kadar canlıydı ki bunda bir terslik olduğunu anlayamadan kör oldum.Sonra müzik.Ruhuma yayılan her nota ile ağır bir uyuşturucunun etkisi altına girdim.Kırmızı koltukta kıvrılarak uyuduk ve sokaktan geçen çöp kamyonlarının gürültüsü bile bizi uyandıramadı.Elime fırçaları aldım,kocaman bir tualin önüne geçtim.Bir kadın yüzü çizdim.Bir yanı bir geyşa-itaatkar,sadık,sessiz ve dingin- diğer tarafı ise yabani ve hayvansı-hırçın,parçalamak için hazır ve ait olduğu hiç bir yer olmayan...Mutluyken bile tekin olmayan bir mide bulantısı vardı içimde.Muhteşem yemekler pişirsek te hep midemi acıtan saçmasapan bir tekinsizlik vardı...Sonra yaralandım.Beni o korkunç yalnızlığı ile hiç acımadan yaraladı.başkalarına anlattı bana anlattığı hikayenin aynısını,o zehirli yalnızlığını yaymak için elinden geleni ardına koymadı.Önce bir kaç kadeh şarap içtik.Sonra tuvalete gidince aynada gördüğüm suratımı parçalamak istedim.Çığlıklar atarak nefretimi kustum.Sonra duvarına astığım o tuali aldım.Hayvansı tarafımla elime geçen ne varsa kırdım,parçaladım...Arkama bakmadan gittim.Merdivenlerden koşarak.Asansörü beklemeye bile vaktim yoktu.Gitme vaktimdi.O gece telefon çok çaldı.Ağladı içini çekerek."Beni ne hale getirdin.Neden hayatına dahil olamıyorum?" dedi.Sustum.Ağlamasını dinledim.Dudaklarımı kanatırcasına kemirdim.Kurtulmamın zor olduğunu düşündüğüm bu sanrılı tuzaktan çıkmam 2 günümü aldı.Uzun uzun yazdım sonra.Bir sürü film izledim.Derken fotoğraflar başladı.
Kalbime anestol etkisi yapan konuşmalarla, mesafeli, bir başka yalnızlık.İstanbul'un en güzel manzarasına bakarken Anthony and the Johnsons dinleyerek bile ısınmadı kalbim...Kalbimdeki buzullara soğuk üfleyen beceriksiz bir fan gibi bir süre asılı kaldı hayatımda..."üzgünüm,hayatıma dahil olamıyorsun" dedim.Ben de üzgünüm dedi.Gidişi bile sönüktü.Elimde fotoğraflar kaldı.Sokağa çıktım bu sefer.Günlerce fotoğraf çektim.Parmaklarım deklanşöre basmaktan nasır tutana dek...
Daha çok bavul hazırladım sonra.Kulaklarım uğuldayana dek uçtum,içtim.Başka ülkelerin topraklarına sarhoş sarhoş ayak bastım. Yalpalayarak müzik dinledim.Yarım yamalak gülümsedim.Sen ne yapıyordun o esnada? Bir başka yanılgıyı sahiplendin,kendininmiş gibi...
Bir süre sonra yaz geldi.Cihangir sokaklarında,sahaflarda,peyotede,tomtomda yaşar oldum.Kalbimi kandırışım başka bir ruha saplandı.Çok whisky içtik.Zeki Müren dinledik.Kedilerden tekrar nefret etmeye başladım.Aşık olmak için zorladım kendimi. Aşıkmışım gibi mektuplar yazdım.Sonra bunu çok ciddiye almaya başladım.Kendimden tamamen uzaklaşmak için ne var ne yok yaptım.Başardım da bunu.Karşılığında aldığım tek cevap gözlerinde korku gördüğüm bir başkasıydı,korku salmıştım yine,bu kadarı fazlaydı,benim gibisini kabul edemezdi...Sonra yine bavulumu topladım. Barselonaya gittim. Koptuk.Tekrar tekrar kendimi biçimsizleştirdim.Bir gece tekrar buluşup,cam tavanlı ve uğultulu o barda karşımda oturan benimle ilgili hayaller kuran bu insan bir başka aldanıştı.Hayallerinin arasında bile "benim gibi birinin senin hayatında ne işi var?Ben senin hayatına dahil olamam" sözleriyle yine saldırdı bana.Haklıydı.Ya daha fazla içip kendimi yine kandıracaktım ya da eve dönecektim.Eve döndüm.
Tek yaptığım şey uykusuzluğun inadına lokomotif gibi çalışmak ve fotoğraf çekmekti.Beni acaip bulan insanların arasında sessizce barınmaya devam ettim.Bütün bu eksi iyonlarla yüklü hayatımda beni fotoğraf çekmekten başka mutlu eden hiç bir şey yoktu.Yine bavulumu topladım.Hyde parkta sincapları izledim,tilki sesleriyle uyudum ve Camden town da köhne bir barda whisky içip bilardo oynadım.Çok eski bir dostumla buluştum.Sevgili S. ruhuma devcileyin bir şaplak attı."Kendine gel be kızım ne olmuş sana böyle? Bu sen değilsin ki" dedi.Haklısın dedim.Yeniden yazmaya başladım.Değişim her şeyde başlamıştı.Bahara hazırlanan bir ağaç gibiydim.Neden tomurcuklandığımı bile bilmiyordum ama hoşuma giden bir şey vardı.Biliyor musun?Gerçek bir aşk gelmeden önce seni tamamen kendine hazırlıyormuş...
Önce seni çağırdım.Artık barışmalıydık.Artık hayatım değişmeliydi,arınmalıydım geçmişin yükünden.O gece tanımadığım insanların çoğunlukta olduğu bir kalabalığın içinde İrma ile tanışmıştım.Hiç kimseyi istemiyordum aslında,anlık bir kriz başımdan aşağı kaynar sularla yaktı beni.Ölmek istiyor ve ölemiyordum. İrma sakin olmamı ve bunun geçeceğini söyledi.O kadar güzel söyledi ki bunu, eve dönerken sabaha karşı vakitlerinin o ayaz soğuğuna rağmen bütün camları açtım ve üşümedim.Radyoda the bards song çalmaya başladı.Sen oradaydın işte.Seni bana hatırlatan bir şarkıydı bu.Eve gelip duş aldım.Yatağıma girip hüngür hüngür ağlamaya başladım.Sabah olmak üzereydi.Seni kalbimde hak ettiğin en tatlı yere koyup,bütün güzel dileklerle ilahi bir kuvvetin kalbine ulaşmama ve beni affetiğini duymama izin vermesini dilerken uyuyakaldım-beni hala anlayamamış ve affedememiş olduğunun düşüncesi saplanmıştı zihnime-Tam o sırada sen aradın.İşte her şey bu kadar net oluyordu.Geçen yılların ardından benimle kalp bağlantını yitirmemiş ve beni aramıştın.Seninle konuşurken giderek hafifliyordum. Sana hiç kızmadım ki dedin.Bunu duyduktan sonra kalbimde seni hep en güzel anılarla hatırlayacağıma dair söz verdim kendime.Mutluydum.Yeni bir hayata hazırdım artık.
Evimin çok yakınlarında benden bir ileri boyutta paralel evrenimi paylaştığım bir varlıkla karşılaştım.O ilüzyonlu karşılaşmanın sarhoşluğu beni daha güzel bir kadın haline getirdi.Çok yazmaya başladım yine...Giderek daha da mucizevi olmaya başladı işler.Yine bavulumu topladım.Yağmurlu bir cuma günü. Havaalanına yetişirken fotoğraf makinamı unuttuğumu fark ediyorum. otobanda duruyoruz. Makinamı getirecek olan adamı bekliyorum.Uçağı kaçırmam an meselesi. Havaalanına gidince uçağımın iki saat rötar yaptığını görüyorum.-bir şey olması gerekiyorsa olur-
Yunan topraklarına ayak bastığımda tuhaf bir sıcaklık daha karşıladı beni.A. ve S. ile sabaha kadar içtik.
Ertesi gün ise hayatım değişiyor. Fotoğraf makinamı unutmuş olsam belki de hiç tanışamayacağım sevgilimle tanışıyorum. Anafiotika sokaklarını fotoğraflıyoruz.Eski bir paralel hayatlarımızdaki eşlerimizle tekrar buluştuğumuzu hissediyoruz.Kenetleniyoruz.Çenemiz ağrıyana kadar konuşuyoruz.Bu kadar da olmaz dedirten derecede benziyoruz birbirimize.Başkalarının dünyalarına giremeyen ve dünyalarında başkalarını uzun süre tutmayı beceremeyen iki hayalciyiz çünkü. Birbirimizin dünyasına izin almaya gerek duymadan giriveriyoruz.Uyumsuz duramayacak kadar uyumlu bir biçimde...
Ben senin kadar güçlü değilim o yüzden yalnız kalamam demiştin...Yalnızlık ne demekmiş çok iyi biliyorum ben.Belki de bu yüzden şimdi ne kadar mutlu olduğumu net bir şekilde anlayabiliyorum.
Yalnızlık yanında kendin olamadığın ruhlarda kendini avutmaktır.
...evimin önüne geldiğin o gece aradan geçen senelerden sonra ilk defa buluşuyoruz. Sabaha karşı ayazına rağmen sahilde konuşuyoruz.Barışıyoruz.Birbirimizin hayatında geçmişimizin en güzel anılarını bırakacağımızı umud ederek sarılıyorum sana...
Umarım ben de bırakabilmişimdir.
Hep mutlu olmanı ve kendini hiç yalnız hissetmemeni diliyorum...Bunları neden yazdım bilmiyorum.Belki bu sefer sen çağırdın belki de yine ilahi bir kurgunun içindeyiz ve bunları okuman gerekiyor...
Kalbini sıcak tut ve sakın korkma.Her şey yolunda.
2 Aralık 2012 Pazar
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
neden "Wings of Desire?" - bir rüya teması ?
çünkü ruhun siyah beyaz olsa da, akan kanın hâlâ kırmızı.
-
Uzun zamandır hayalini kurup gerçekleştirme cüreti gösteremediğim bir şeyi yaptım ve kendi yarattığım müziklerin içine yazdığım veya rüyala...
-
Asılan Adam: Meali : "Kendinizi yaşamınız boyunca mutlu olmadığınız bir şeyden uzaklaştırmak için vahşi ve / veya kötü kararlar alıyor...
-
Ağustos'ta yeniay, evinin arkasından doğarken eğer tanrılar sana gülümserlerse, eşinin badem ağacının altında, bir başkasının düşlerini...