4 Aralık 2011 Pazar

Algren ve Beauvoir ve dahası

Nelson Algren ve Simone de Beauvoir'in gizli aşkını okurken en çok Beauvoir'in ölmeden önce Algren'in yüzüğünü takıyor olması beni etkiledi.Satre ile aynı yatağı ve yaşamı paylaşırken Algren'in yüzüğü ile ölmesi Beauvoir'in aşk için yaşayan tutkulu bir kadın olduğunun açık bir ispatı değil miydi?
Bunun yanısıra biraz da ironiydi belki.Yüzük demek yuvarlak bir halkadır çünkü.Altını ,pırlantalısı,incilisi,zümrütlüsü ve bilmemnelisi.En nihayetinde çepeçevre kuşatılmaktır.Bedenin en çok görünen yeri olan elde başkası tarafından elde edilmenin bir sembolüdür."Herkes görsün,ben de kuşatıldım,çepeçevrelendim haberiniz olsun,parmağımdaki bu altından esaretle çok mutluyum,en azından öyle görünmeliyim"demektir biraz da...Oysa yaşamı boyunca tutkularından ödün vermeyen bir kadın olan Beauvoir başkasının yüzüğü ile ölmüştü.Eminim kendi kocası Algren olsaydı ölürken taktığı yüzük bir başkasının olacaktı.Çünkü tutkular ve toplumun arasında kalmak çok kolaydı ve sadece özgür ruhlar bu arafta kalışı böyle harmanlayabilirdi.
Bütün bunları okurken tutkularım ve cesaretim bir gün ölür mü acaba diye düşündüm.Sonra da kendimi yine o evde buldum.Yürüyünce yerleri hafifçe gıcırdayan,yüksek tavanlı,perdelerin ve camların hep açık olduğu ve Edith Piaf çalan ev."Non, Je ne regrette rien" yani "hayır,hiç bir şeyden pişman değilim".Belki de Lara Fabian'dan bir şeyler...
Şimdi Montmarte'da hava nasıl?La Duree'den biraz makaron alıp Sacre Coueur'daki bir ressamlar kahvesinde kahve içmeyi isterdim şu anda...Yine bir seyahat gözüktü bana...Yine cep telefonuma gelen uçuş bileti referans numaramla buradan biraz uzaklara gitmenin heyecanını yaşadım.Bu seferki heyecanım başka.Sırt çantamda tripodum da olacak.Belki fotoğrafçı bay H.'nin dediği o ilk doğan mavi yıldızları bile çekebilirim.Belki dünyanın merkezine gidebilirim oradan bir trene atlayıp.Neden olmasın...
evet gördüğün gibi hiç değişmedim.beni en çok heyecanlandıran şey hiç bir zaman sen olamadın ve ben hala elimde bir valizle oradan oraya savruluyorum.Mutlu muyum?Mutlu musun?...Bunun ne önemi var ki?Yaşıyoruz işte.Aynı göğün altında ayrı evlerin içinde ama hiç kaçamadığımız dünya isimli yuvarlak hapishanede ve başka kalplerde.
Seni nerede bulacağımı bilmek sanırım artık beni mutlu etmiyor,viski içip dansetmek te...Bir tek o en sevdiğim bakışını saklıyorum kendime.Yeterli sanırım.

Sevgili H,sevgili Karabatak.Söylesene şimdi evinde ne çalıyor?Peki ya sen?Pişman değilsin değil mi?Cevabının "hayır" olmasını diliyorum.

Göz:Mor kadifeden L koltuk ve at oyuncakları.
Kulak: Sleep Party people "silent night"
Dil: Az şekerli Türk kahvesi
Ten: Ojesiz tırnaklar ve önceki ojenin kırmızı izleri.
Koku: Casaba Melon,Plum ve freesia
ve bana hayatın adil olduğunu söylediler.
bu da dün geceden...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Çekinme,yaz.

Zamanın kaydı

 Ağustos'ta yeniay, evinin arkasından doğarken eğer tanrılar sana gülümserlerse, eşinin badem ağacının altında, bir başkasının düşlerini...