21 Temmuz 2012 Cumartesi

aşka dair bir şeyler

Yarı güneşli hafif serin bir cumartesi evde sırt üstü yatıyorum. Gördüğüm rüyalar aklımda.Ve Breakfast at Tiffany's in son sahnesini izliyorum.Kadın,adam,aralarında sarı bir kedi,yağmur ve kedi tüyleri ıslak dudaklarına yapışmış kadının aşığını beceriksiz öpüşleri. Romantizm anlayışımın güncel romanstan farklı olduğunu oldum olası biliyordum zaten. O yüzden romansın eleştirisini yapmayacağım ama bu film ile Audrey Hepburn'un dişilik ve zerafet sembolü haline gelmesi ise tam bir fiyasko bence.Kadının başkasının parasının gölgesi altında ayakta kalmaya çabalaması daha da kötüsü bir kadının tutkudan yoksun kalışı...Tutkusuz sevmek; bacaksız koşmak veya ne bileyim nezleyken şarap içmek gibi...Kadın ve tutku birbirinden nasıl ayrılabilir ki? Adının sevgi olduğu farzedilen tutkusuz aşk sünnet edilmiş bir ruh gibi acıtmaz mı? Birine sarıldığında kendini bulmuyorsan ten ne kadar gerçek hissedebilir ki? Aşk özgürleştikçe güzeldir... Dalları birbirine değmeden ama kökleri bütünleşmişken gerçektir. Aşk bir dayanaksa ve nefes almıyorsa o aşk değil duygular dünyasının en sahtekar aldanışıdır. i zoi einai oraia mazi so,makari na isun edo... az kaldı sevgili...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Çekinme,yaz.

neden "Wings of Desire?" - bir rüya teması ?

çünkü ruhun siyah beyaz olsa da, akan kanın  hâlâ  kırmızı.