31 Mart 2020 Salı

80 derece

Masamda durmasına hiç ama hiç alışkın olmadığım bir obje duruyor. Parlak sarı bedenli, yanıcı ve seksen derecelik bir sıvı. Kokusunu bir türlü sevemediğim, alternatiflerine bile zor tahammül ettiğim bu sıvıyı bir gün ihtiyaçtan bulamayacağım ve çok sevgili bir dostumdan karaborsadan onu bulup kargo ile bana göndermesini isteyeceğim hiç ama hiç aklıma gelmezdi. Aklı çok abartıyorum belki. Aklıma gelmeyen trilyonlarca şeyden sadece biriydi bu çünkü. Şimdi benim mahremimde, yazdığım, çizdiğim, gün düşleri kurduğum ve geçmişi sıkça hatırladığım masamda, benimle birlikte oturuyor ve altın dişli bir çingene gibi umarsızca sırıtıyor bana. Ben,ona huzursuzlukla bakıyorum. Ona bakınca aklımdan cenaze toplanmaları, yaşlı kokan evler, istemediğim misafirlikler ve hastane odaları geliyor.
Öyle ki, bu sarı sıvı bizleri -ilk defa hepimizi birden aynı anda- tehdit eden bir virüsün ölümü için işbirliğine geldi bu sefer. Bir koca -küçücük- dünyada evlerimiz üstümüze kitlendi, ruhlarımızdaki kara korkular ağzımıza taktığımız beyaz maskelerin ardına gizlendi. Öyle bir virüs ki -hiç ama hiç ciddiye almamıştım kendisini ilk başlarda- gözümüzden, burnumuzdan, elimizdeki çizikten hatta belki çıplak gezsek götümüzdeki delikten bile içimize girecek kadar arsız. Yine de ciddiye almadım. Çok trendy geldi. Çünkü kötü şeyler sadece Türkiye'de ve 3. dünya ülkelerinde olurdu. Şimdi bir bakıyorum tüm gezmek istediğim ülkelerde insanlar ölüyor. Bu küçük, arsız, dikenli ve zehirli virüs vakit kaybetmeden senin bedeninden de içeri sızıyor. İşte o zaman, içimdeki ruh 80 derece kaynıyor.

-Bana neden söylemedin?
-Korkmanı istemedim.
-Delirdin mi sen? Ya ölseydin?
-Ölmeden önce bir yolunu bulup arardım seni.
-Nasıl bir his?
-Göğsümdeki atı kaldırsan, iyi olabilirim. Toynaklarını da söyle çeksin! At göğsümdeyken uyudum yine.Öksürük azalsın da! Yarın ola hayrola!
-Bugün günlerden ne?
-14 Mart Cumartesi. Kanlı balgam mı o? Gırtlağımı yordum herhalde, verem olamam bu yaşta.
-Bir şey söyle, yapayım.
-Nefesimi özledim. Ne zaman gelecek?

Telefonu elimden bırakıyorum. At geldi benim ruhumun üstüne oturdu resmen. Uçağa binip yanına gidemeyeceğim günler ve sınırlar bizi esir aldı. Darlanıyor, penceremi açıyor ve etrafa bakıyorum. Havayı kokluyorum. Burnumun kenarından sırıta sırıta geçiyor illet, hissediyorum. İçimden "Not today, not today, not today" diyorum. Annemi ve babamı özlüyorum. Onların kokularını hayal ederek kovuyorum illeti burnumun dibinden. Acaba ulaşamadıklarım neler yapıyordur diye düşünüp huzursuzca iç çekiyor ve pencereyi kapatıyorum. Sabah henüz olmamış ama gece kuşlarını duyuyorum. Bir şeyler kesip biçiyor, defterime yapıştırıyor ve zihnimden akanları yazıyorum. Tam da bu sırada "ulaşmak istediğim tek kişi sizsiniz" diyen mesaj geliyor. O an görmüyorum. Sizler, bizler ve onlar dilinde karışmış. Hemen aklıma kaç derecelik alkol acaba bu karmaşayı yaratmış olabilir diye geçiyor. Şüphe duymadığım tek şey samimiyeti. Şüphe duymaması gereken tek şey samimiyetim. Bambaşka hayatlarımızdan kendimize yarattığımız dev kozmoslarımızın tamamen dışında kalan güzel hatırlanışlar ve güçlü bir gönül bağı.Bir gün, çok yaşlandığımızda bile birbirimizi merak edecek miyiz acaba?

Soruma karşılık yine arsızca sırıttı altın dişli çingene. Biraz ellerime döktüm. 80 derecelik gücünü ellerimin üstünde göstermesine istemeden de olsa müsaade ettim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Çekinme,yaz.

Zamanın kaydı

 Ağustos'ta yeniay, evinin arkasından doğarken eğer tanrılar sana gülümserlerse, eşinin badem ağacının altında, bir başkasının düşlerini...