26 Aralık 2011 Pazartesi

s.e.k



Bana bilmediğim şeyleri söyleyebilirsin. Çekinmeden. Ama bana hissedemediğim şeylerden bahsetme.Tehdit etme.
Bu da geçecek biliyoruz değil mi?
Buz gibi bir noel sabahında İstanbulda sabahın 7sinde açık manav aramak kadar absürd aslında herşey...Sonra yatağa geri dönmek,azıcık daha uyuyabilmek için göz yaşı dökmek.Donmak üzere ayaklarını oynatamayacak kadar üşümek ve bir türlü ısınamamak.
Oysa kalbimin üzerine örtebileceğim hiç bir battaniye yok.
Bildiğim tek şey teslim olmanın bazen işe yaradığı bazen de yaramadığı...
Ve bir gün herkes birbirini çok özleyecek.

10 Aralık 2011 Cumartesi

anlar



Keyifli bir anımda okunan eski bir Poetix Undeground denemesinin hemen ardından ellerimi frambuazlı İngiliz sabununa emanet edip bolca köpürterek yıkayıp odama geçtiğimde masamda Türk kahvem ve annemin sabahleyin kokusuyla basımı döndürdüğü nefis aşuresi duruyordu.Üzeri nar taneleri ve cevizle süslenmiş ve bence laz böreğinden sonra dünyanın en enteresan tatlılarından birisi aşure.
Saatime bakıyorum.Ay tutulmasına yaklaşık bir buçuk saat var. saatimi kuruyorum.2014 e kadar gerçekleşmeyecek olan bu mucizevi doğa olayını izleyeceğim.elimden geldiğince kaydederek.
çok uzun zamandır hiç dinlemediğim şarkıları dinliyorum.ve bu sabah yere yatıp dümdüz uzanmış bir halde güneşin bedenime değmesinin tadını çıkarırken ölünce eğer müzik dinleyemezsem ne kadar sıkıcı olacağını düşündüm kısa bir süreliğine.O sırada televizyonda François Ozon'un Ricky isimli filminin son sahneleri oynuyordu.

4 Aralık 2011 Pazar

Algren ve Beauvoir ve dahası

Nelson Algren ve Simone de Beauvoir'in gizli aşkını okurken en çok Beauvoir'in ölmeden önce Algren'in yüzüğünü takıyor olması beni etkiledi.Satre ile aynı yatağı ve yaşamı paylaşırken Algren'in yüzüğü ile ölmesi Beauvoir'in aşk için yaşayan tutkulu bir kadın olduğunun açık bir ispatı değil miydi?
Bunun yanısıra biraz da ironiydi belki.Yüzük demek yuvarlak bir halkadır çünkü.Altını ,pırlantalısı,incilisi,zümrütlüsü ve bilmemnelisi.En nihayetinde çepeçevre kuşatılmaktır.Bedenin en çok görünen yeri olan elde başkası tarafından elde edilmenin bir sembolüdür."Herkes görsün,ben de kuşatıldım,çepeçevrelendim haberiniz olsun,parmağımdaki bu altından esaretle çok mutluyum,en azından öyle görünmeliyim"demektir biraz da...Oysa yaşamı boyunca tutkularından ödün vermeyen bir kadın olan Beauvoir başkasının yüzüğü ile ölmüştü.Eminim kendi kocası Algren olsaydı ölürken taktığı yüzük bir başkasının olacaktı.Çünkü tutkular ve toplumun arasında kalmak çok kolaydı ve sadece özgür ruhlar bu arafta kalışı böyle harmanlayabilirdi.
Bütün bunları okurken tutkularım ve cesaretim bir gün ölür mü acaba diye düşündüm.Sonra da kendimi yine o evde buldum.Yürüyünce yerleri hafifçe gıcırdayan,yüksek tavanlı,perdelerin ve camların hep açık olduğu ve Edith Piaf çalan ev."Non, Je ne regrette rien" yani "hayır,hiç bir şeyden pişman değilim".Belki de Lara Fabian'dan bir şeyler...
Şimdi Montmarte'da hava nasıl?La Duree'den biraz makaron alıp Sacre Coueur'daki bir ressamlar kahvesinde kahve içmeyi isterdim şu anda...Yine bir seyahat gözüktü bana...Yine cep telefonuma gelen uçuş bileti referans numaramla buradan biraz uzaklara gitmenin heyecanını yaşadım.Bu seferki heyecanım başka.Sırt çantamda tripodum da olacak.Belki fotoğrafçı bay H.'nin dediği o ilk doğan mavi yıldızları bile çekebilirim.Belki dünyanın merkezine gidebilirim oradan bir trene atlayıp.Neden olmasın...
evet gördüğün gibi hiç değişmedim.beni en çok heyecanlandıran şey hiç bir zaman sen olamadın ve ben hala elimde bir valizle oradan oraya savruluyorum.Mutlu muyum?Mutlu musun?...Bunun ne önemi var ki?Yaşıyoruz işte.Aynı göğün altında ayrı evlerin içinde ama hiç kaçamadığımız dünya isimli yuvarlak hapishanede ve başka kalplerde.
Seni nerede bulacağımı bilmek sanırım artık beni mutlu etmiyor,viski içip dansetmek te...Bir tek o en sevdiğim bakışını saklıyorum kendime.Yeterli sanırım.

Sevgili H,sevgili Karabatak.Söylesene şimdi evinde ne çalıyor?Peki ya sen?Pişman değilsin değil mi?Cevabının "hayır" olmasını diliyorum.

Göz:Mor kadifeden L koltuk ve at oyuncakları.
Kulak: Sleep Party people "silent night"
Dil: Az şekerli Türk kahvesi
Ten: Ojesiz tırnaklar ve önceki ojenin kırmızı izleri.
Koku: Casaba Melon,Plum ve freesia
ve bana hayatın adil olduğunu söylediler.
bu da dün geceden...

19 Kasım 2011 Cumartesi

Şimdi



MELANKOLİ üstüne yakışmıyorsa
Tanrıyı güldürmek için planlarından bahsetmeye devam et.

K.Kaybolanlar için,
V.Varlığınla evrene anlam katamayanlar için,
O.Yazdıklarını okumaktan sıkıldıklarım için,
L.Lars Von Trier için,

Chivas Regal.Şu an sadece benim için.

15 Kasım 2011 Salı

sütkutusu




Ellerimi sakladım konuşurken.Ama bileklerimi gösterdim.Samimiyetin sembollerinden biridir demişti birisi bana.O birisi eskiden kral olan mıydı?Bu gece rüyamda Amsterdam'da mıydım?Sürekli bisiklete biniyordum.Uykuma ara verince rüyamı unutmamak için aceleyle adını söyledim.-sadece kendim duydum-Şu an aklımda sadece adını söylemiş olmam ve bisiklete binişimiz var.Oysa ben Amsterdam'da bisiklete binememiştim.Lanet olası şehirli bisikletleri.Ağır ve retro.Üzerine oturduğumda kendi ağırlığımla yıkılmıştım.Bisikletçi dükkanından kimyası bozuk bir öfkeyle çıkmıştım. Kanalların ve coffee shopların arasından geçerken bir sarhoşla sohbet etmiştim.Sarhoşa korkmadan sokulmuş nefesindeki alkolün bileşenlerini ayrımsamaya çalışmıştım.Sarhoş bana bir adres tarif ediyordu.yalan yanlış bir adres tarifi.Tıpkı bazen benim zalimce yaptığım gibi.
-sahi geçen indigo yerine ghetto'yu tarif ettiğim adamın küfürlerinden mi başım ağrımıştı o gece?-

Bu kış, geçen kışa ne kadar benzeyebilir? Geçen kış açılmayan bir tiyatro perdesi gibiydi.Bir türlü salonu terk etmediğim ve oyunun bir türlü başlamadığı...Şimdi ise oturmuş the daysleepers dinliyorum.Aklıma dream pop rüyada dinlenen pop müziğine mi denir deyişin geliyor.Sadece senin yapabileceğin ve sadece benim güldüğüm esprilerden biri.Mendirek mesela.Azerice midir?Hala güldürüyorsun beni.

yeni alışkanlığım çantamda kutu süt taşımak.
ve gece olur.gece hep olur.

13 Kasım 2011 Pazar

pampampunk



su içtiğim şişenin üzerindeki büyüleyici nakarat "spiced coffee and almond flavored vodka".akşama aşığım bana blue label getirecekmiş.5cl olsun daha fazla içemem dedim.-ne o gene mi çok şımarık buldun beni?-
özür dileyeceğim tek şey sensin ey soğumuş kahvem.kitaplığımla çok meşguldum affet.ve dün kitap fuarında yanımdan geçerken kara çarşafının naftalin kokulu esintisiyle zihnimde sentetik bir yara oluşturan kadın söylesene en son ne zaman sex pistols dinledin?
fotoğrafını çekmek istediğim güzel 12 kitabıM;kokusunla uyumak istediğim tek şey sizlerdiniz dün gece.
bir de yalan söylemekten gözleri küf yeşili olmuş sen varsın.Kaypak bir sırıtış var suratında.Gülmeyi öğren.Sırıtman çok avam.Mektubunu tekrar okumadan gidiyorum hiç varolmayan gezegeninden.Plastik bir güneştim ben sana.anla.
şimdi biraz ara veriyorum.İki nokta diye bir şey yoktur.Kaybediştir.Hepsi bu.


Kalbimin bourbon tarafı.Sen ben ve ilüzyon birbirimize çok yakışıyoruz.Ama yine de içimdeki scotch bana diyor ki "sen çok fazla rehinsin kendinde"
sevgili anonimler,ağzıma geleni söylemenin pralin tadını bırakıyorum sizlere.
hitab etmenin gereksizliğini korkularınıza veriyorum.
ve aslında bütün punk şarkılarının ortak tınısı dırımdıı dım dııııım.

11 Kasım 2011 Cuma

Hayat bazen şemsiye çikolata gibidir.

Özlediğini sandığın şeyleri sana tekrar sunar,ama tadı aynı değildir.
aynı değil miydi?
ya da bir başka soru?
aslında gerçekten özlenmiş miydi?

2 Kasım 2011 Çarşamba

kargalar ve güvercinler



kargalar bok yeseler de asildirler.
güvercinler yem yeseler de aç gözlüdürler.
kargalar siyahtır,güzeldir.
güvercinlerin boyunlarında rengarenk halkalar vardır,ama çirkindirler.
kargalar seni gözlerini oyarak öldürürler;acı verirler,ders verirler.
güvercinler ise etrafa pislerler,ruhuna pislerler,acı vermez gibi görünür ama içini çürütürler.
kargalar gizlice ağlarlar,saygı duyarsın.
güvercinler uluorta ağlarler,ağlarken acırsın onlara.
kargalar bir anda vardırlar,seslidirler,gidişleri keskindir.
güvercinler hep vardırlar,uğuldarlar,kovsan da geri gelirler.
kargalar whisky içerler,
güvercinler ucuz bira.
kargalar korkmazlar,
güvercinlerin ödleri boklarına yapışıktır.
kargalar yalan söylemezler,
güvercinler yalansız doğru kalamazlar.
kargaların ruhları vahşidir.
güvercinlerin ruhları ehlildir.
kargalar giderken arkalarına bakmaz
güvercinler arkalarında biri olmadan yürüyemezler.
kargalar korkusuzca aşık olurlar,
güvercin aşkları plastiktir,beylik sözleri bir sonraki cümlelerinde kaybolur.
kargalar oyun kurar,
güvercinler oyuna gelir.

16 Ekim 2011 Pazar

thus spoke I



it is the stillest words that bring on the storm. Thoughts that come on doves’ feet guide the world.
Thus spoke Zarahustra

My stillness evokes our presence in the past.There must be a place for us.
Another parallel world where I sleep on your chest every night.
A park where the sunlight never sets.
A dream where we wake up in another dream.
And the rain,again...
I...

9 Ekim 2011 Pazar

GunShy


yağmur sesi ve uyanışın aç gözlü telaşı.
sayfalar mı hızla çevrilmeli yoksa görmek istemediğin yüzler mi? Kendine en uzak noktan sırtınken kim daha fazla yaralayabilir ki seni?
Kahvenin kokusuna bütün koku duyularını emanet ederken aklında en ufak bir şüphe yoktu.Bu sefer yağmur güzeldi.Okunacak çok şey vardı gene.
Dudağındaki solmuş kırmızı ruju çıkarmadan yastığa başını koyup Tanrı ile olan sessiz anlaşmanın imzasını tavana göz kırparak attın dün gece.Gözlerin hep kalabalığın en ortasındaydı.Masadaki mezeleri yemeden,tek bir damla rakı içmeden tadı çıkan tek bir şey vardı.Sözler...Sözlerin tadını çıkarmak çok kolay olmaz hep.Bu sefer büyülüydü.Sen büyümesen de seni büyüleyen bunca şeyin olması ne güzeldi.
Bir başka kahve içmek için sokağa çıktığında,saçlarının,deri ceketinin ve kırmızı ojeli ellerinin ıslanmasında bir sakınca yoktu.Yağmurdu,pazardı,belki biraz eksik ama güzeldi...

2 Ekim 2011 Pazar

bana hayalci olduğumu söyle ne olur


aslında biliyor musunuz?
beni yanlış anlamanızı çok istiyorum.Yanlış insanlar tarafından doğru anlaşılmak,doğru insanlar tarafından yanlış anlaşılmak aynı şey değil benim için.Hepiniz yanlış kalın.Ben sizleri bu halinizle sevdim.Siz de beni bu halimle sevdiniz.
"Somutun bir öncesi,sınırsız kuralsız olandır hayal"
Bana hayalci olduğumu söyle ne olur.Ama bu bir düş değil.Kurşun askerler,rüzgar gülleri ve saçları birbirine dolanmış mavi taytlı barbie'ler yetmiyor şimdi çocuk olmaya.Oysa,oyuncaklarım olmadan da çocuk kaldım ben.Dizindeki yarası kanasa da sek sek oynayan,don lastiği çalıp ip atlayan...
Beni yanlış anlamanızı çok istiyorum.Çünkü beni anladığınızı zannedip bunu içselleştirmeniz daha major bir ızdırap.
Yelpaze sokaktaki gürültülü çocuklara,güne şiirle başlayanlara,nefs-i müdafaya,moda sahilindeki köpeklere,mandabatmazın bol köpüklü Türk kahvesine ve tırtlara selam olsun

Ve ruhta naif bir mutluluk:Küçük meleğim; 21 oldun bugün.Kalbim sana hep bir anne yarısı...

17 Eylül 2011 Cumartesi

Kısa Kısa Telgraflar 5




Sevgili T.
Emniyet kemeri takmamak için kemer soketine taktığın plastik zırva çok saçma bir hareket.250hp arabaya binip bunu yapmanı hiç doğru bulmuyorum.Lütfen kemerini tak.Hız yapma.Seni çok seviyorum.
Sevgili A.
Hatırlamak zarar verir dedin dün gece. Belleksiz bir yaşamın var. Bunu nasıl yapıyorsun?
Sevgili D.
Uzun zamandır iletişim kurmuyoruz.Geçen günlerde aklıma geldin.Yakında karanlık odada film basacağım.Kimyasalların kokusu ile cansız filmlere hayat verirken yine aklıma geleceksin.Umarım geyikleri kimse avlamaz.
Sevgili A.
Hiç kimse mükemmel değildir bunu biliyorum ama senin umutsuzluğun giderek içine yerleşiyor.Buna izin verme lütfen.Panzehirin her ne ise bulmanı ve yarın sabah uyandığında kendini bembeyaz bir sayfada görmeni diliyorum.
Sevgili H.
Simbiyotik...Portekizden getirdiğim badem likörü,camambert peyniri,kç ve enfes fransız şarabınla yaptığımız o uzun sohbetten aklımda en çok duvarda yüksekliğimi işaretlediğin nokta kaldı.Ben Calvin ve Hobs okuyacağım,senden de ufak iki ricam var;Goldmund dinle ve eşinle tamamlan...
Sevgili E.
Yelpaze sokağın sessiz sakini,perdeleri açık bırakmışsın yine sinek girecek içeri.Rüyamda gördüm seni,"son yaptığım şarkı senin içindi,eskilerle yenileniyorum" dedin.Omuzunun iki yanında Pera ve Lodos dövmelerini göreceksin,böyle hissediyorum.Seni affettim.Kalbini bozma.
Sevgili T.
Adanın iyot kokusunu ve taptaze enerjisini getir bana.
Sevgili R.
Beni merak ediyorsan başkalarını değil beni ara.Misafirim ol.Gel cücelerin evini boyayalım.
Sevgili U.
Aradan 13 yıl geçmesine rağmen hala nasıl bu kadar çok isteyebiliyorsun?Korkmuyor musun kırılmaktan?Umarım bana büyü yapmamışsındır.
Sevgili B.
12B biletimle ücretsiz Bienal kitapçığı da almam gerekiyordu.Nerede hani?

flowers




budanmış ıhlamur ağaçları için ağlayanlar,
ıslak havluya elini silemeyenler,
gördükleri düşleri hatırlayamayınca günlerini kendine zindan edenler,
pikap almak yerine youtube'dan orjinal 45lik kayıtları arayanlar,
inanmak isteyenler;inanacak şey bulamayanlar,
bu şarkı size.

9 Eylül 2011 Cuma



Reflecting "suffering" is natural to many people.
Hiding "suffering" is inevitable to many people.
Reflect or hide.Do these change the intensity of suffering?

i am neither fish nor fowl.

4 Eylül 2011 Pazar

time will never come back



Arafların insanı "bu kez orada değilim" dediğinde aslında yedek bir aldanış saklıyordu gene cebinde.Denize baktı,kahvesini yudumladı. Evinden uzaktaydı ama çok yakındı kendine.Aklında bir anda hatırlanıp kaçan milyarlarca anıdan oluşan bir müsvedde defteri tutmayı istedi her seferinde.O defteri olsaydı yazacak çok şeyi olurdu belki de.Yarım bir nefes gibiydi aşkları.Uçurumun dibine kadar gidip,bedenini,ruhunu ve saçlarını rüzgara yarım bir sekilde bırakıp,tam düşecekken geri dönmekti.Kaçmak diyorlardı buna.Kaçmak kendine yaklaşmaksa neden kötü olsundu?
Yeni keşfettikleri meze evinde çalan müzik onu izlediği bir filme götürmüştü.Bir yaz boyu süren kısacık bir aşk olacak bu da demişti.Adam solaktı.Çatal bıçak elinde farklı görünüyordu.Bazen konuşurken çenesi hafif hafif tirtiyordu. Bu sonradan kazanılmış bir edim miydi?."Ne düşünüyorsun?" diye sorduğu soruya "Seni terk edeceğim anı" diye cevap verebilirdi.Ama vermedi.Rakısından bir kaç yudum aldı hızlı hızlı.Adamın sol profiline baktı ve sonra da kadehindeki rakıyı sonuna kadar içip kırık beyaz rengi alkolün kalbine dek işlemesini bekledi.
Kapının önünde karşılaştıklarında elinde kendi boyunca siyah bir çöp torbası vardı.Güneş gözlerine dalıyordu.Çarpık bir gülümseme."Seni görmek ne kadar güzel"demeye çalışan ama bu hissi bile erteleyen-erteleyebilen- bir gülümseme.Evi dolduran aromatik mum kokusu.-Bu şeylerden daha çok almalı çok güzel kokuyor-
Kimi insanlar mutluluklarını erteleyebiliyorlar.Korkularını bir battaniye gibi üzerlerine atıp sözümona koruyorlar kendilerini.Ruhları isilik döken insanlar işte bu battaniyelerle yaşayan kalbi evsiz insanlar.Elimi uzatıyorum.Ben düşman değilim.Hiç olmadım.Buna vaktim de yoktu zaten.
Bu sefer arafta değilim derken aslında sadece basit bir denklemdi onu ayakta tutan.Daha önce hiç bir yüzde görmediği saf bir gülümseme.Ne kadar çarpıklaştırmaya çalışsa da gizlenemeyen masumiyet.Litrelerce birayla,sigarayla,şarkılarla,yalanlarlarla,rol yapmalarla bile saklanamayacak bir masumiyet.
Şimdi kendine seçtikleri alışkanlıklarla olası masallara karşı sahte kalkanlar yaratmış bütün insanlara bir sözü vardı;
"Kendinizi kandırırken hiç mi utanmadınız?"
ne dediniz?duyamıyorum sizi...

27 Ağustos 2011 Cumartesi

20 Ağustos 2011 Cumartesi

Thirty and Thirsty



Sitting on a couch.Feeling the soft breeze.Becoming thirty but still very thirsty.Would you believe me if i say i lived on the moon? Would you believe me if i tell you that the red stains on my hands are not blood but remains of cherries? Would you believe my if i tell i begged you last night just to forgive me?And would you believe me if i tell you that i cried too?
Augen sagen mehr als Worte

a little note to my dreams: Do not leave me.
Ve sen geliyorsun...Hissediyorum.yaklaşıyorsun.

9 Ağustos 2011 Salı



Damla sakızlı şeyler;mesela Türk kahvesi ,mesela cevizli sakızlı kurabiye.
Serin şeyler;mesela serin sular ve deniz kokusuyla üşüten serin geceler,
Uygarlık; mesela plastik poşet yerine kese kağıdı kullanmak, ramazan ayı ile alkolün birbirinden nefret eden iki düşman olmayışı,
biraz şarap,biraz gün batımı ;deniz tuzu ile ıslanan saçların özgürce dağılması,
ve tabi birbirine geçmiş acıtmayan duygular... bir başkasına benzemesi gerekmeyen,üzerine çokça susulan ve müzikle beslenen...

Önümde 70'lik rakı şişesi
Ardımda yüzyıllık palamut meşesi

Sarhoştum yağmura doğru koştum
İda'dan inmiştim Ege 'ye düştüm

Güngörmüş hatmiler gizemli güller
Yağmurlu günle sevişen Zümrütgiller

Sardalya zamanıydı yaz'ı savurduk
Somay'ımla olmadık düşler kurduk

Derken akşam oldu dindi fırtına
Ay bir yana Bozcaada bir yana

Tennenni tenni Tenes
Tenni tene Tenedos




12 Temmuz 2011 Salı

Ben gene de ozlemeyi seviyorum seni istanbul.


Her gun envai cesit Tapas,deniz urunlerinin hic bilmediklerimi bile girla yemek,flamenko,minicik sortlarla saatlerce gezmek,Katalan kulturunu her dokusunda hissetmek,doga ve sanat o kadar uyumlu ki bu sehir beni kendine asik etti...Sip diye asik oldum sana guzel Latino...Ama benim tek sevdigim var,ne kadar uzaklasssam da ozlemekten yorulmadigim,biricigim,Istanbulum...

1 Temmuz 2011 Cuma

Şimdi


Topla bakalım bavulunu,gidiyoruz.
Aklımda koskocaman cinfikir ordusu,yaşanan milyarlarca güzellik,gölgesiz özgürlüğüm ve yedek takıntılarım.
Sevgili T. Bütün filler bana seni hatırlatıyor şimdi.Filler zıplayamayan tek memelilermiş.Bunu sana söyleyeceğim gün de gelecek.Yine hafif utanarak gülümse.
Sevgili E. Dönüşümde hayatımın pek önemsiz bir köşesinde olacaksın.Üzülme emi?
Sevgili H. Bütün saçmasapan kitsch müzikleri tükettik,şimdi sırada hafif bir yaz dönemi olsun.Sen yine de valizini hazırla.Viva la tango.Viva la vida.

5 Haziran 2011 Pazar

önemsiz şeydir kendini ciddiye almak



taze taze hissedilenler:
seni kendine yabancılaştıracak bir şey yaşasan bile kendinin yanında kalışının tarifsiz hazzı.
şişede durduğu gibi durmayan yeşil efenin sadece gözlerini kapattığında seni girdaba sokması.
uykusuzluğun öğrenilecek bir şey olması.
yeni bir yolculuğun uçak biletinin pnr numarasının cep telefonuna smsle gelmesinin karnında yaşattığı hoppidi.
sagazan izledikçe daha da izlemenin dürtüsü.
dikizlenmek.
havuzda ölen 2 adet kara tavuğun bünyede yarattığı dramatik hasar.
maydanoz ağacı projesinin mutluluğu.
yüksek volümle konuşan insanların yarattığı asabiyet.
hayatımdan çıkardığımdan iki misli fazla insanın yaşamıma yerleşme ataklarının senfonik karmaşası,
şifrelerimi ve oyunlarımı seçme özgürlüğünü bana geri veren,dahası yeni varyasyonlar eklemeyi ihmal etmeyen,simbiyotik varlık ,sevgili akü mrpf'nin dirilişine övgü,
ve aslında çoklaştıkta,ikilendikçe,içtikçe daha da yalnızlaşan aşıkların sepia,kumlu ve basiretsiz varlıklarının bu evrene katacakları hiç bir şeyin olmadığını gördüğümde hissettiğim batık acısı.
az gelmiş
ama yaz gelmiş.epidermisimdeki bronz titreşmeler,magnum temptation,on bir dakika ve Alaska in winter.
Kaldığınız yerden devam edin,zaten tekrar aynı yere geleceksiniz.
Fenilaninin açıklanamayan formülü kadar kudretli bir iç çekiş.
ve biraz da kaygısızlık.

29 Mayıs 2011 Pazar

waning crescent %14 of full




hani bir şeyi ilk kez duysan bile
aslında o an duymak istediginin sadece o olduguna eminsindir.
bunun gibi bişey.gözlerini kapamak üzeresin ay.
yakında kapkaranlık bir küre olacaksın,yeniden doğmak üzere.
(edt:evet bir kez daha yazmak istedim.sadece bunu duymak istiyorum.üstelik ilk kez dinlemediğim halde...earworm...)
sleep tight.

26 Mayıs 2011 Perşembe

le méridien

unutmaya değil hatırlamaya inanıyorum.
mais pas de problemé...



hatırladığın en uzak geçmişten bir anını paylaş benimle.

25 Mayıs 2011 Çarşamba

susac

The secret is to be awake.To be awake is everything.



taslakları oluşturmaya başladım.umarım boş durmuyorsundur.

20 Mayıs 2011 Cuma

semboller ve sembolsüzler





aynı kalışın...hem can sıkıcı hem güven verici.
seni şaşırtan bir şey çıkarsa haberim olsun.
ben ise seni şaşırtmaya devam edeceğim.
Artık türk kahvesini şekersiz içebiliyorum.
Ve...
Sevgili H. Arjantin'e ben de geleceğim.
Durum sembol 3,istikamet sembol 6.

4 Mayıs 2011 Çarşamba

cihangire "Hayat" geldi


Rakı içmek meze yemek için ille Cavit'e mi gitmeliyiz? yok mu şöyle Cihangir'de güzelce demlenebileceğimiz yer? diye mızmızlanırken geçen ay Time Out dergisinde Cihangirde açılan Hayat restoran ile ilgili bir yazı okudum.Hemen gidilecek yerler listesine ekledim. Haftasonu 2.defa izlediğim "Kaybedenler Kulubü" seansından sonra doğru Cihangire geçtik. "Hayat"ın bembeyaz örtülü masalarından birine oturduk.
Rakı bardakları bile şirin.Hepsinin altında özene bözene işlenmiş dantel kılıflar var.Mezeler taptaze.Asmalımescit'in veya Çiçek'in o fabrikasyon özensizliği yok. Kalamar taptaze ve limon soslu geldi.Tarator sosa ihtiyaç duymadık,yumuşacıktı. Karidesler dondurulmuş değildi.Peynir lokanta peyniri değil özenle seçilmiş kahvaltılık peynirdi.Menüde kabak çiçeği dolmasını görünce pek sevindim ama malesef yoktu.Mezeler tamamen Ege usulüydü. Zeytinyağı mis gibi kokuyordu.Bütün bu güzel şeyler içinde memnun kalmadığımız tek şey porsiyonların çok küçük ve daha pahalı oluşuydu. Yine de Cihangire böyle bir "Hayat" gelmesi iyi oldu.

25 Nisan 2011 Pazartesi

Rabbit Hole ve Buluşma Yeri

Geçtiğimiz hafta izlediğim izlediğim oyunda ve filmde tesadüfen ortak olan bir tema vardı"ölüm"
Dusan Kovacevic'in M. Nurullah Tuncer tarfından yönetilen "Buluşma Yeri" isimli oyunu şehir tiyatrolarında sahneleniyor.Yaşam ve ölüm arasında gidip gelen bir profesör,ölümden sonraki hayatı ve dünyevi hayatın yalanlarla kurulu düzenini yani kısaca şu fani dünyada aslında üzüldüğümüz şeylerin ve kalp kırmaların ne kadar gereksiz olduğunu bizlere tekrar hatırlatıyor.Oyunun müzikleri çok etkileyiciydi.Oyunu izlerken aklımdan sevdiğim tüm ölmüş insanlar ve bir zamanlar sevdiğim artık hayatımda olmayan yaşayan ölüler bir bir geçti...Yanıma baktım,işte dostum dedim.Her zaman yanımda kalan,beni seven ve benim de sevmek için hiç bir sebebe ihtiyaç duymadığım insanlarımdan biri...


Nicole Kidman ile AAron Eckhart'ın oynadığı "Rabbit Hole" isimli filmde ise küçük çocuklarını kaybeden ve bunun ızdırabını hayatlarının her anında yaşayan bir çiftin hayatı anlatılıyor.Film bence vasat bir film,ufak bir kuantum dokunuşu var,paralel evren temasına hafifçe dokunuyor. Annenin çocuğunu kaybetmesinin acısını bir başka paralel evrende mutlu olduğunu düşünerek hafifletmesi filmi bir süre izlenir kılan tek nüans diyebilirim.Tema yine ölüm ve ölümün ardındakiler...

17 Nisan 2011 Pazar

Checkpoint.

Dear H.
This is for you. Do you mind if i join your "dream mapping "session?
Noise,tranquility,decisions and changes.Isn't it life?



Never.never.LAND.

Haftalık Bülten


istanbul modern'de Kayıp Cennnet(paradise lost) ve Yao Lu'nun yeni manzaralı isimli sergileri gezdim.Kayıp Cennete katılan sanatçılar şöyle:
Doug Aitken, Francis Alys, Qiu Anxiong, Katerina Athanasopoulou, Jim Campbell, Ergin Çavuşoğlu, Shaun Gladwell, Emre Hüner, Nina Katchadourian, Ali Kazma, Laleh Khorramian, Armin Linke, Guy Maddin, Rivane Neuenschwander, Ulrike Ottinger, Tony Oursler, Pipilotti Rist, Charles Sandison, Kiki Smith, Bill Viola, Pae White
Bozulmamış bir dünya var mıdır? sorusuna yeryüzündeki cennet arayışlarımızın sergilendiği bir platform oluşmuş.Ali Kazma'nın canlı beyin operasyonu videosu gerçekten tüyler ürpertici.
Wicked game'i en alışılmadık şekilde yorumlayıp yıllar önce aklımı almış olan sanatçı Pipilotti Rist'in eserini sergide görmek ise şaşırtıcıydı.


Yao Lu ise Çin Fotoğrafçılığını 2008 BMW ödülünden sonra İstanbul Modern'de pekiştiriyor.
"Yao Lu, toz geçirmez yeşil ağlarla kaplı inşaat artıklarını fotoğraflayıp, dijital uygulamalardan faydalanarak geleneksel Çin resmi estetiğini yeniden yaratıyor. Çektiği fotoğraflara pagodalar, evler, kayıklar ve ağaçlar ekliyor ve özenle yaratılmış yeni manzaralar ortaya çıkartıyor."


Ali Poyrazoğlu'nun "Tanımadığım Adamlar" isimli oyunun izledim ve Burak Alkaş'ın oyunculuğunu ayakta alkışladım.


İş için gittiğim Samsun soğuktu,ıssızdı, ve oldukça yorucuydu. Bir daha da gitmek istemem.

İyi pazarlar,kahvem geldi.

11 Nisan 2011 Pazartesi

6.45 okuru

16-17 yaşlarımdan beri özenle biriktirdiğim kitapları,bir kaybedenler klübü tribi,90'lı yılların rahatsız çocuklarının saykodelik önsözlerle yazılmış saman kağıdından buluşma noktasıdır 6.45 yayınları.Sevenleri onun en olmadık baskılarını olmadık yerlerde bulur,karanlığa kaybolur ve bundan müthiş keyif alırdı."Kaybedenler Klübü "isimli filmi izledikten sonra eminim bu yayınevini hiç duymamış olanlar her yerde 6.45 yayınları arayacaklar ve sömüreceklerdir.
Evet ama ben neden rahatsızım?6.45 in ruhunun,yayınevi kültürüne zehirli bir fanzin gibi yayılışını yıllardır keyifle izlerken şimdi bir anda popülerleşeceğini hissetmek içimi bencilce bir sızıyla kaplıyor.Yine de bu film umarım hayırlara vesile olur da okur sayımız biraz artar.


beat kuşağı beat timi?
beat medi...
her 6 45 okuyucusu bilir ki; bu dünya üzerinde başlanan yolculuklar, sadece başlangıç noktasına dönmeye yarar.
Yaşasın Kaos.

10 Nisan 2011 Pazar

Paris

Uçtum,uçtum...Bulutlara değdi kanadım...Sonra bir baktım...



Paris'teyim.CDG havaalanı,terminal 1.Bu şehrin kokusu çok keskin.Metroya geçiyoruz.Sidik kokusu,karanlık duvarlar,kirli bir insan kalabalığı.3 kadın etrafımızı sarıyor,bir tanesi hamile.650 euromuzu çalıyorlar,D.uyarmıştı oysa,metroyu kullanmayın diye.Ne olduğumuzu anlamadan kendimizi metrodan atıyoruz.Etrafta polis yok.Göçmenler,çingeneler,turistler,esrarkeşler,otuzbirciler,öğrenciler ve uyuklayanlar.
Karanlıktan çıkınca bambaşka bir yerdeyiz. Opera.Şehrin göbeği.Metrodaki karanlık yerini mis kokulu bakımlı,kibar insanlara ve uygarlaşmış sürücülerle dolu bir caddeye bırakıyor.Herkese kuşkuyla bakıyoruz.İngilizce sorduğumuz sorulara Franszıca yanıt alsak ta anlıyoruz birbirimizi.Bu kadar kalabalık caddelerde bisikletliler hiç bir sorun yaşamadan trafiğin içinde gidiyorlar.


Otelimiz bir başka hayal kırıklığı,e booking yapmışız ve resimlerdeki görünen odayla alakası yok.Fransız mimarisi dışardan muhteşem,içine girince ne kadar eski olduğu anlaşılıyor. Resepsiyondaki iri yarı zenciyi Gora'da beyni alınmış dolanan zenciye benzetiyoruz ve metrodaki talihsiz olaydan sonra ilk defa gülüyoruz.Odamızda kırık bir sandalye ve duvarlarda ayak izleri var.Burası 3 yıldızlı bir otel ama hostel kıvamında,yüzlerce euro'yu çoktan ödemişiz.Moralimizi daha fazla bozmamaya söz verip kendimizi Paris sokaklarına atıyoruz.Opera ve Lafayette bulvarında geziniyoruz,croque monseur yiyorum,cafe creme içmeden kalkmıyoruz.Garsonlar çok kibar.Oturdugumuz gibi masamıza cam karaflarda ücretsiz su geliyor.Menüde ağırlık yumurtada. Omlet ve baget ekmeğinde sandviçler hemen her yerde var.Ve tabi macaron lar.İnanılmaz lezzetli.
Champs Elysse'den seine nehrine doğru yürürken çok güzel bir park buluyoruz.Parktaki atlıkarıncalara biniyoruz.Keyfimiz yerine geliyor.



Kabus odamıza geri dönerken resepsiyonda yeni bir yüz görüyorum.Sophie. Sophie'ye odamızla ilgili hayal kırıklığımızı ve Parise geldiğimizden beri başımıza musallat olan sıkıntıları anlatıyorum.Mavi gözlerini kocaman açarak beni dinliyor ve ertesi gün bizi yeni bir odaya geçireceğine söz veriyor.Ertesi gün sözünü tutuyor ve bizi üst katlarda oteli kral dairesi sayılabilecek bir odaya geçiriyor.Hala 3 yıldız konforumuz yok ama en azından beyaz duvarlarımız,şehri görebileceğimiz ve oturabileceğimiz bir fransız balkonumuz var.
Ertesi gün bize en yakın olan Montmarthe mezarlığı ile mezarlık gezilerimize başlıyoruz.Montmarthe'de kahvemizi ve makaronlarımızı yiyip Sacre Coueur'a gidiyoruz.Ressamlar ve sanatçılar buradalar.Sokaklar rengarenk.Dans şovları,konserler ve bol bol insan var etrafta.Kara kalem resminizi veya karikatürünüzü 10-30 euro arası çizdirebiliyorsunuz.



Eyfel kulesi turun çok gereksiz bir parçasıydı ama bir turistin Pariste yapmazsa aklında kalacak bir şey olduğundan demir kütlesine onlarca dakika asansör kuyruğunda bekleyerek çıktık ve indik.Olay sadece budur yani.Yukarıdan görünen tek şey Parisin ne kadar nizami bir şehit olduguydu.Louvre müzesi gerçekten devasa.Eyfelden sonra louvre'a gittik.Louvre sadece Mona Lisa'nın tablosunun olduğu yer değil.Koskocaman bir sanat şatosu.En az 8 saat ayırmak gerekiyor.
Pere Lachaise mezarlığında sevgili Jim Morrison'un mezarlığını ziyaret ettik.Aynı mezarlıkta Gerard de Nerval,Balzac,Chopin,Ernst Max,Faure,Marcel Proust ve Oscar Wilde gibi ünlüler de var.Marsille'den gelen S.ile mezarlık girişişinde buluşuyoruz.

Disneyland'e metronun kırmızı hattı ile direk gidilebiliyor.Günlük 67 euro.
Chatelet şehrin bir başka merkezi.Burası Parisin Taksimi gibi.Gençler ve gece hayatı daha çok burada.Restorantlar diğer yerlere göre daha uygun.
Paris tıpkı Roma gibi yürüyerek gezilesi bir şehir.İlk gün başımıza gelenlerden dolayı pek tekin bir yer değil ama görülesiymiş.

3 Nisan 2011 Pazar

30 Mart 2011 Çarşamba

kısa kısa telgraflar 4




Sevgili A.
Seninle her karşılaşmamızda politikadan veya güncel haberlerden konuşmak zorunda mıyız?Daha önemli şeyler varken neden bu kadar kasıyoruz anlamadım.Hala aramızdaki resmiyeti koruyoruz.Bu çok üzücü.Ayrıca New York projeni de gönülden destekle-mi-yorum.
Sevgili H.
Çok özgürsün,çok gençsin ama çok ta kırılgansın.Kimseye dayanmadan da ayakta durabileceğini görmek için hayatından çıkarman gereken 2 kişi var.
Sevgili M.
Çok uğraşsan da sana acımıyorum.Mağdur rolünü senin kadar sevenini de görmedim.
Sevgili P.
Bir kaç kemoterapiden sonra saçlarım dökülecek dediğinde saçlarımı kesip sana vermek istedim.Güçlü duruyorsun,gerçekten seni çok takdir ediyorum.Bunu yeneceksin,inanıyorum.
Sevgili B.
Sabahları o poğaçaları yemesen,fosur fosur sigara içmesen ve hödük olmasan eminim çok daha güzel bir kadın olacaksın.
Sevgili C.
Baharın gelmesini bana anımsatman artık düşündüğün etkiyi yaratmıyor.
Sevgili A.
Erkekleri eleme sebepleri isimli bir kitap yazmanı o kadar çok isterdim ki...
Sevgili C.
Terkedilmiş olman herşeyi bunca afişe etmeni gerektirmezdi.Bence bütün saygınlığını yitirdin.
Sevgili O.
Artık fotoğraf çektiriyorsun bakıyorum.Bu iyi.
Sevgili S.
Tanışmamıza çok az kaldı.

26 Mart 2011 Cumartesi

benden bir masal




bir varmış bir yokmuş
bir zamanlar siyah bir balina varmış,bu balina bir gün rüyasında Tanrı'yı görmüş.Tanrı ona,"sır tutabilir misin?" diye sormuş. Siyah balina "evet sır tutarım demiş" Tanrı "o zaman bu soru aramızda bir sır olarak kalsın" demiş.Akıllı balina "2 kişinin arasındaki -sır-değildir" demiş.Bu cevap Tanrının hoşuna gitmiş ve balinaya evrenin bütün sırlarını saklama görevini vermiş.
Çünkü sırların sır olarak tabir edilebilmesi için ilk önce ortaya çıkması gerekir...
Masal bitti.
Sevgili okur,benim hiç sırrım yok.Çünkü sırlarımın ortaya çıkmasını istemiyorum.

Bu şarkı sizler için,
Şarkının ismi:Bir balinanın batan düşleri.
nokta.

20 Mart 2011 Pazar

aslında...




doğadaki karşıtlar birbirinin arayışındadır,karşıtları yaşamadıkça,aydınlık ve karanlık,gündüz ve gece,ışık ve gölge bir araya gelmedikçe,bütünlükten yoksun kalırız. En çetrefilli serüvenler kendi içimizdekilerdir.

%&: Duyuyorum seni.Merak etme.Sözlerimi alabilirsin ama sessizlik bize çok lazım.

18 Mart 2011 Cuma

Valya,my love,you are higher than even the Kremlin...



she is Junior Luitenant Valentina Tereshkova,Soviet cosmonaut and the first woman in space,practises feeding in a flight simulator,June 1963. She became a great heroine and subject of a Russian pop song:

Valya,my love,you are higher than even the Kremlin...

(last edit:Fenerbahçe/Galatasaray derbileri olmasın.Sonuç hep aynı nede olsa)

15 Mart 2011 Salı

ay'dan haberler

19 martta dolunay %30 daha parlak ve %14 daha yakın olacak bizlere.
hemen felaket senaryoları düşünmeyin.
ölmeyiz biz merak etmeyin.

9 Mart 2011 Çarşamba

God is an Astronaut-and i am miserable

yes.
it was me who wished for snow.
and now.
i won't be able to watch your show.
i won't be able to come because of the snow.

right now.
i am in sorrow.


see you next time,god is an astronaut.

this song is dedicated to snow

god is an astronaut-snowfall



3 Mart 2011 Perşembe

mahkeme kararıyla engellendim



yasak fetişizminizi renklendirmek için yeni oyuncaklara ihtiyacınız varsa sitelere erişimi yasaklayın.inanılmaz zevkli.full tatmin garantili.

24 Şubat 2011 Perşembe

oxygen-adem


!F kapsamında izlediğim filmlerde nokta atışları yapmaya devam ediyorum sanırım.
Hans Van Nuffel'in yönetmenliğini yaptığı Belçika yapımı "oxygen" isimli film gerçekten çok etkileyiciydi.
"Tom ve abisi Lucas, ciğerlerini yavaş yavaş eriten ve genetik bir hastalık olan sistik fibrosis ile mücadele etmektedirler. En iyi ihtimalle, yirmilerine geldiklerinde ciğer nakli ile bir on yıl daha kazanabilirler. Akıllı, uslu ve sakin Lucas’ın tersine, Tom kendisine biçilen kısa ömre isyancıdır, asidir ve serserilerle takılır. Bir gün hastanedeyken Xavier ile tanışır. O da aynı hastalıktan muzdariptir ama buna rağmen profesyonel bir sporcu gibi takılmakta, muhtelif maceralarla gününü gün etmektedir. İyimserliği ve enerjisi bulaşıcıdır. Tom ise hastanenin koridorlarında dolanmaya başlar; bu esnada rastladığı ve bir enfeksiyon nedeniyle aylardır karantinada tutulan Eline’in tuhaf cazibesine kapılır. İkisinin birbirine dokunması yasaktır, tek iletişim yöntemleri telefonla konuşmaktır. Buna rağmen aralarında bir aşk doğar. Koşullar üzüntüyü kaçınılmaz kılsa da Oksijen asla melodrama kaymayan, başka telden çalan, romantik ve eğlenceli bir film. Ölümle değil, genç olmakla ve hayatta yolunu bulmaya çalışmakla ilgili bir film. İçinde aşk var, sürat yapmak var, Hooverphonic grubunun solistinin bahşettiği nefis soundtrack var. Bol bol gençlik var. Nefes almak var."
Diye yazılmış ama bence daha fazlası da var.
Bir kere müzikler gerçekten çok başarılı,mekan değişikliği çok olmasa bile seyirciyi baymıyor.
Yönetmen Star Wars'tan bir hayli etkilenmişe benziyor. Kilit noktalarda Darth Vader esintisi yayılıyor.Tom çocuk yaşta, nadiren görülen hastalığı dolayısıyla inceleme jürisinin karşısına çıktığında elinde Dath Vader oyuncağını tutmakta ve adeta ondan güç almaktadır,abisi Lucas'la olan son diyaloğunda -abisine moral vermek için "Rise Darth Vader" diyor- ve herşeyi göze alıp Eline'in karantina odasına girdiği kılık ta da Darth Vader i andırıyordu.
Xavier de çok güçlü bir portre çiziyor.Tom ie benzer hücre yapılanmasına sahip Sistik Fibrosis hastalığı olmasına rağmen sualtı fotoğrafçısı olup hızla koşabilmektedir. Bunu izlerken sağlıklı ciğerlere sahip olup sigara içmenin ne kadar ŞIMARIKÇA bir şey olduğunu bizlere bir kez daha hatırlatıyor.
Ertesi gün koşu bandında var gücümle koşarken sağlıklı nefes almanın tadına daha bir güzel vardım.

Merak edenler için: Cystic Fibrosis

20 Şubat 2011 Pazar

Griff the Invisible


(spoiler içerir)
!f kapsamında cuma akşamı "Griff the invisible"'ı izledim ve tahminimden daha çok begendim.
Gündüzleri sıkıcı bir ofiste çalışan ve iş arkadaşları tarafından sürekli taciz edilen Griff,geceleri bir süper kahramana dönüşüp sokaklarda adaleti sağlamaktadır. Evinde çok gelişmiş teknolojik donanımlardan oluşan bir kontrol sistemi vardır ve şehri gözetlemektedir.Griff in gerçeküstü dünyasından çıkmasını isteyen ağabeyi Tim onun için endişelenmektedir.
Tim'in kız arkadaşı Melody ise paralel evrenlere ve bütün imkansızlıklara tutkusu olan bilim meraklısı bir genç kadındır. Durmadan kendini sert bir zemine atıp veya kafasını duvara vurup uygun bir hesaplamaya denk gelip bir başka boyuta geçebileceğini düşünmektedir.Griff ve Melody bütün naiflikleri ve çılgın hayalleri ile birbirlerine daha çok yakınlaşırlar. Melody Griff in görünmez olması için ona yardım etmeye başlar.
Bu sevimli filmde "gerçek nedir?" "gerçek olduğu söylenenler mi?" yoksa "bizi kendimizi gerçek hissettiren şeyler mi?" sorularını sürekli sordum kendime. Bazen inandığımız şeylerin dünyasının bizleri aslında "büyüklerin" dünyasından daha çok mutlu ettiğini bir kez daha anladım.Sonra anlaşılır ki,Griff aslında görünmez değildir,evindeki kontrol sistemi ise kırık dökük bir kaç bilgisayar ve kablo parçasından oluşmaktadır.O bir anti kahramandır ama kendini görünmez bir kahraman olarak hayal etmektedir,ve bu onun tek mutluluğudur.
Bütün hayalperestler ve içindeki büyümeyen çocukla yaş alanlar bu filme gitsinler derim.Bu arada filmin müzikleri de güzeldi.

18 Şubat 2011 Cuma

16 Şubat 2011 Çarşamba

!f istanbul 2011


!f İstanbul AFM Uluslararası Bağımsız Filmler Festivali İstanbul’da 17-27 Şubat tarihleri arasında.Festival ile ilgili tüm bilgileri düzenli olarak bu adreslerden takip edebilirsiniz.

www.ifistanbul.com
www.blogifistanbul.com
www.twitter.com/ifistanbul
www.vimeo.com/ifistanbul

Zamanın kaydı

 Ağustos'ta yeniay, evinin arkasından doğarken eğer tanrılar sana gülümserlerse, eşinin badem ağacının altında, bir başkasının düşlerini...